O yılları anlatırken köpeklerden söz etmemek bir noksanlık olur. Payitahtın hem Avrupa, hem Asya yakasında, Kavaklar'a kadar bütün çarşıların ve semtlerin sokakları sayısız köpekle doluydu. Sokakların çoğu da kaldırımsız. Bütün bu sokakları boydan boya köpekler işgal etmişti. Yan yana, yavrularıyla beraber ya da yavrusuz muayyen yerleri sahiplenmişlerdi. Çarşılarda, dükkanların önlerinde veya mahallelerde evlerin eşiklerinde toplanarak. yatarlardı; gözleri yarı açık veya açık. Isırmak bilmezlerdi. Velev ki, dükkana, eve giriş çıkışta üzerinden geçerken kuyruğuna ya da başka bir tarafına basılsın, ayaklanır, ulurlar yine yatarlardı. Sınırları vardı. Bir köpek, başka bir köpeğin semtine sınırına giremez, oradan geçemezdi. Kılıçali mahallesinden bir köpek, Paşa mahallesinde bir görünse, mahallenin tüm köpekleri, hep birlikte ayağa kalkıp havlarlardı. Yavruları, küçük enikleri bile bir şey anlamış gibi incecik sesleriyle katılırlardı bu şamataya! Fakat, yabancı köpeğin üstüne gidip saldırmazlardı. Yabancı köpek de havlamadan koşar, uzaklaşırdı. Hasan Paşa Karakolu'nun meydanına gitse o sınırlardaki köpekler havlarlardı. Köybaşı'na gitse oradakiler ... Halkın kulakları bu seslerden, mahalleden mahalleye köpek havlayışlarından tıkanırdı. "Bre suss!" diye kızıp bağırırlardı. Yabancı köpek, Dolmabahçe'den Kabataş'a kadar koşar, bir köşe, bir kuytu bulur, oraya büzülür, ta ki o semtin yerlisi oluncaya değin.