yeryüzündeki herhangi bir şeyin, her şeyin yaşamını anlatabileceğini biliyordu; bir kitabın herhangi bir sayfasını açarak, birinin elini inceleyerek ya da kuşların uçuşuna bakarak...
Bilmeyenler, kendi zanlarının, kendi görüşlerinin, kendi bilişlerinin ısrarla hak olduğunu iddia etmekte sadece mazur değil, aynı zamanda haklıdırlar. Çünkü zannettikleri, gördükleri, bildikleri o kadardır.
Hatırlıyorum, vaktiyle, ilkbaharın ilk gününde, Başçarşı'da bir dükkan sahibi, dükkanını kapatıp "Güneşli bir gün olması sebebiyle kapalıdır." diye bir not bırakmıştı. Baharın ilk gününde çalışmayı kim ister ki?
Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel gözlerinizdeki yaşları kuruturken ruhunuzda kainatın derin sessizliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.
Cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların mânasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz.
Sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.
Beynimizi tırmalayan zaruretleri mi hatırlıyorsunuz. Evet hayatın zaruretleri ayaklarımıza dolanmış zincirlerdir ve ıstıraplarımıza çeşni katarlar. Fakat bu vahşi sahayı geçmek için hiçbir zarureti kâfi bir mazeret değildir. Ruhumuzu aldatmayalım, ebedî gayeye ihanet etmiş oluruz.
Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruret ile uyuşmaları...
Filozofun öğüdü bütün hayatımızda takip edeceğimiz en esaslı metottur:
"Uzun yolu seçiniz."
Özgürlük ve adalet çağrısı farklı dini inanış ve siyasî görüşteki insanları bir araya getirmişti. Gösterilerin bir başka sembolü de gittikçe tüm ülkeye yayılan "Allahu ekber" nidalarıydı. Gösterilerde "Allahu Ekber" diye haykırmak sadece duygusal bir motivasyon değil; yeryüzünde Esed'den ve Baas'dan daha büyük bir güç olduğunu da vurgulamaktı.
Asabiyete/ırkçılığa davet eden bizden değildir. Asabiyet/ ırkçılık uğruna kavga eden, dövüşen bizden değildir. Asabiyet/ırkçılık uğruna ölen bizden değildir.
(Muslim, imâre, 53, Ebû Dâvud, Edeb,121)
Allah Resulü'nün mübarek lisanından leyse minna/bizden değildir sözünü duyanın artık asabiyete dair bir iz taşıması mümkün müdür?
"Varmadık farkına yitik yanımızın.
Oysa yitiğimiz; diğer yanımız, ikizimiz... Görenler de sormadı, nerede bir yanınız diye. Gören oldu mu onu da bilemedik."
"Eğer kalbinizde birikmiş cümleler, aklınızı işgal etmiş fikirler kâğıda dökülmezse, bir başkasına aktarılmazsa içten içe sizi çürütmeye başlar.
Paylaşılmamış hakikatler insan kalbini ve tüm vücudunu zamanla kemirmeye, içten içe aşındırmaya başlar."
Modern akıl, Tanrı'yı hesaplanabilir bir obje hâline dönüştürme çabası içinde.
İnsan; kendi aklına tapınmaya başladığından bu yana, çevresinde olup biten her şeyi matematiksel bir çemberin dikenli tellerle çevrili alanına hapsetmenin uğraşısı içine girdi.
İstiyor ki her şey hesaplanabilir, ölçülebilir, gözlemlenebilir hale gelsin.
İstiyor ki her şey kendi aklının yarıçapı kadar bir alanda kalsın.
Statükoya sesini çıkarmayan, küresel faiz ve sömürü çarkına çomak sokmayan muhafaza-kâr bir dindarlık; donuklaşmış, heyecanını yitirmiş ve ılımlılaştırılmış bir İslam arzusundadır.