Stefan Zweıg’ın okuduğum ilk kitabı ve yazarın anlatım tarzı,derin psikolojik karakter analizlerinin gösterdiği kadarıyla son olmayacağı da kesin...
Yazarın incecik bir kitaba koca bir hayatı sığdırmasını ve bir kadının ağzından yazdığı bu kitapta bu denli “bir kadın”psikolojisine bürünebilmesini çok başarılı buldum.Yazarını bilmeden okuduğum bir kitap olsaydı kesinlikle “Bu kitabı bir kadın yazmıştır.”derdim...
Bir solukta olunacak bir kitap...Okurken hikayenin başlarında,genç bir kızın saplantı hâline gelmiş bir takım fantezileri olarak değerlendirmedim değil...Ancak kızın psikolojisi,ruhsal ve kişisel durumu,tercihleri o kadar güzel çözümlenmiş ki bu düşüncemde yanıldığımı anladım.
Bir kadının ölmeden önce,çocukluğundan beri platonik olarak sevdiği yazar komşusuna duyduğu yoğun aşkını;koşulsuz,beklentisiz kabulünü,kendisini hiçbir zaman hatırlamayan bir adama adanmışlığını,yaptığı fedakârlıkları en açık,en samimi bir dille yazdığı adetâ bir itiraf mektubu olmuş...
Bence “gerçek aşkı”anlatan en güzel hikayelerden biri bu kitap...Hayattaki tercihlerimizin ne kadar önemli olduğu gerçeğini yüzümüze tokat gibi çarpan cinsten...Aklımda bir soru ile kitabı bitirdim...”Bir adam birlikte olduğu hatta kendisinden çocuğu olduğu bir kadını üstelik birden fazla kez,farklı ortamlarda ve durumlarda görmesine rağmen nasıl olur da hatırlayamaz?”