Hilal

Hilal
@hilalkilic
Öğretmen
Lisans
İstanbul
192 okur puanı
Ekim 2018 tarihinde katıldı
Mistiklere göre insan, etten ve kemikten değil, gönülden ibarettir. İnsan maddeden ziyade mana, kabuktan ötede öz, dıştan artık iç, arazdan çok cevherdir. Bu yüzden gönül "Allah'ın evi" dir. Rab oraya tecelli eder. İçindeki ışık da O'nun ışığıdır.
Reklam
...İnsana pek çok şey olmadan evvel, "kendi" olmak gerekir...
Kelimeler sekülerleştikçe insanlar da tekilleşiyor.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sûrette nazar eyler isen sen ile ben var Ammâ ki hakikatte ne sen var-u ne ben var
Dolaşır gül gibi elden ele peymane gönül Dökülür sonra senin gölgene mestane gönül F.N.Çamlıbel
Reklam
Bil illeti kıl sonra müdavata tasaddi Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın? Ziya Paşa (Önce hastalığı teşhis eyle; ancak ondan sonra deva için çareler ara. Her merhemi her yaraya iyi gelecek sanırsan aldanırsın!..)
Hakikat avcılarının nazarında güzel de birdir, çirkin de. Hakiki aşıkların durağı cennet de olsa fark etmez, cehennem de... Dizginlerini sevgiliye bırakanlar, atlas giyinseler ne, yahut yırtık aba; hakikatte aşıkların başları altında kuş tüyü yastık da bulunsa hoştur, kerpiç de... Ömer Hayyam
3-Vahdet-i Vûcûd: Bilgide vahdet, yani Allahtan başka varlık olmadığını idrak ve bilgi edinme halidir. Evvelce görünen şey burada bilgi ve idrake dönüşür. Böylece gerçek varlığın bir tane olduğu, Allah'ın varlığından ve tecellilerinden gayrı bir şeyin olmadığı nazarî olarak değil yaşayarak ve manevi tecrübe ile imana dönüşmüş olur ve şuhudda geçici olan şey burada baki kılınır. Allah'ın dışında bir hakiki varlık olmaması vahdet-kesret düşüncesini gündeme getirir. Tıpkı deniz ve damlaları gibi. Her damla denizdendir, deniz özellikleri taşır, ama damlalar asla deniz değildir, ama denizde yok olmaya hazırdırlar. Çünkü nerede bir damla varsa , elbette denize koşmak ister ve her damla bir denizin verlığına işaret eder. Vahdeti vucud vahdetin en üst derecesidir ve daimidir. Sufinin bütün hedefi işte bu vahdete erişebilmektir. " Lâ mevcude illallah ( Allahtan başka hiçbir şey yoktur)!" İfadesi bunu dillendirir. Cemaleddin Uşşaki'nin, "Her yerde oldur görünen her gözden oldur görünen her şeye oldur bürünen her anda an içindedir" demesi işte bu yüzdendir. Kendi hüsnün hüblar şeklinde peyda eyledin Çeşm-i aşıktan dönüp sonra temaşa eyledin La edri ( Ey yüce Allah! kendi güzelliğini önce, güzeller suretinde görünür kıldın, sonra da dönüp aşıkların gözünden onu seyre koyuldun. Şimdi gören de sensin, görünen de...)
Sayfa 7 - kapıKitabı okudu
2-Vahdet-i Şühûd: Görülen şeyde vahdettir ki daha ziyade tasavvuf ehli tarafından müridlere, saliklere telkin edilir. Burada sıradan insanlardan öte bir tarikatın terbiyesi söz konusudur ve salikin her şeyi Allah olarak görmesi ve O'ndan başka şeyi görmemesi halidir. Neye bakılsa, nasıl bakılsa hep Allah'ın görüldüğü bir vecd ve istiğrak, bir tür hayret makamı. Vahdeti Şuhud saliki öyle sarhoş eder ki artık orada ne yaptığını, nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmez (nefsinden fanidir) ve hatta kendini görmez. Bu durumda söylediği sözler de aslında kendi iradi sözleri değildir. Hallac'ın "Enel Hak" demesi, Nesimi'nin "Cübbemin altındaki Allah'tan gayrısı değildir" demesi hep bu vecd ve istiğrak halinin tecellisidir. Vahdeti şühud vahdetin bir üst derecesidir ama yine de geçicidir. Sufi belli bir süre sonra eski haline, beşeriyet sıfatlarının hakim olduğu haline döner. " Lâ meşhude illallah ( Görünen her şeyde Allah'tan başkasını göremedim)!" ifadesi bunun dil pelesengidir. Burada kula düşen şey Hayali Bey'in Cihân-ârâ cihân içindedir arayı bilmezler O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler beytindeki gibi, cihanın içinde kendini gizleyen Allah'ı aramayı bilmektir. Yoksa denizin içinde ömür tüketip de denizin ne olduğunu bilmeyen balıklar gibi yaşanmaz.
Sayfa 9 - kapıKitabı okudu
VAHDET BAHSİNDE
Tasavvuf sözlüklerine göre aşk sarhoşu vahdet yolculuğunu üç kademede tamamlar. 1. Vahdet-i Kusud: Kast edilen şeyde vahdettir ki kulun istediği ile Allah'ın irade ettiği şeyin aynı olması halidir. Kulun maksadı ve muradı ile Allah'ın kulu hakkında irade ettiği şeyin örtüşmesi, böylece iki iradenin birleşip tek iradeye dönüşmesi. Burada kul kendi irade ve isteklerinden vazgeçerek Allaha yönelir ve onların yerine Allah'ın irade ve isteklerini koyar. Vahdeti kusud, kul ile Hakk'ın ortak bir yerde buluşmaları değil; kulun, Allah'ın iradesinde kendini konumlandırmasıdır. Allah'ın iradesinin kul üzerinde etkili ve geçerli olması yani. Vahdeti kusud, vahdetin en aşağı derecesi, belki avamcasıdır. Bütün müminlerin bu vahdet anlayışı içinde kulluk etmeleri gerekir. Bu yüzden eskiler " Lâ maksude illallah (Allahtan başka maksat yoktur)" derler. Fuzulî'nin, Oldur bana murad ki oldu sana murad Haşa ki senden özge ola müddea bana demesi bu yüzdendir. Yani "Benim murad edindiğim şey, ancak Senin muradına uygun olandır. Haşa! Senden başka bir murad taşımak, böyle bir iddiada bulunmak bana yakışmaz!"
Sayfa 6 - KapıKitabı okudu
Reklam
248 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Kırk Ambar
Kırk Ambarİskender Pala
7.6/10 · 334 okunma
Melankoli Üzerine
kendimizden kurtulamadığımız zaman, kendimizi yiyip bitirmenin tadını çıkarırız. Belirgin lanetleri telafi eden Gölgeler prensini istediğimiz kadar yardıma çağıralım: hastalık olmadan hastayızdır ve zaafımız olmadan cehennemliğizdir. Melankoli egoizmin düş halidir: Kendinin dışında artık hiçbir nesne, hiçbir sevgi ya da nefret sebebi yoktur; durgun çirkefe aynı şekilde düşüş, cehennemsiz lanetlinin o aynı ters dönüşü, telef olma ateşinin o aynı tekrarları vardır. Hüzün derme çatma bir çerçeveyle yetinir...
Sayfa 116 - metisKitabı okudu
Ölüm Üzerine Çeşitlemeler
Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur. İçgüdülerimize esrarengiz gelir; düşünüşümüzün önünde, berrak ve itibarsız bir halde, bilinmeyenin sahte cazibesi olmaksızın belirir. hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: Büyük meçhul odur. Bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunuruz, çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır, bundan dolayı da işe yaramazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve önyargılar tutarlılıkla temesa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş ( sağduyusuzluk çabası ) için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar; bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zira hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı; Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.
Sayfa 17 - metisKitabı okudu
1.120 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.