Ne zaman taşacak sular, denizler, okyanuslar, diye düşündüm. Ne zaman bütün dünya taşan nehir sularının altında kalacak? Yaratıcı ne zaman anlayacak hatasını?..
Turgut henüz düşünemiyordu; yalnız bir huzursuzluk, huzursuzluk bile değil, insanı bazı şeyleri yapmaya ve bazılarını yapmamaya, farkettirmeden iten ve davranışlarında, eski alışkanlıklarına yabancı gelen küçük değişiklikler. Eve dönerken acele etmek için bir ihtiyaç duymuyordu içinde, örnek olarak. Bu ihtiyaç eksikliğini de düşünmüyordu aslında; sadece, eve dönerken acele etmiyordu. Bazı eski alışkanlıkları, unuttuğu hareketler, yokluyordu onu. Kitapçı vitrinlerinin önünde biraz fazla kalıyordu, duraklara en kısa yoldan çıkmıyordu.
Bir kaç satır okuduktan sonra göğsünden ağzına doğru bir sıkıntının yükseldiğini hissetti; gözlerini karısına doğru çevirmekte kısa süren bir gecikme oldu. Sonra, kendi derdine düştü ve içinin sıkıldığını karısına anlatmayı unuttu. Belki de Selim için üzüldüğünü, karısını bu düşüncelerle yormak istemediğini, zamanla bu yaranın kapanacağını, erkeklerin bazı yalnız sıkıntıları, evin düzenine dokunmadan zararsızca geçiştirdikleri belirsiz huzursuzlukları olduğunu açı kladı kendine. Belki de bir şey demedi. Belki, kendine bile, bir açıklama yapması gereksizdi.
Senin işin neydi onların arasında? Ne yapıyordun? Hiç bir işim yoktu. Bu nedenle sevmezlerdi seni işte. Bu nedenle aldırmadılar sana. Senin ne işin vardı orada? Herkesin işine karıştın, işin olmadığı halde. Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir. Kendine oyunlar buldun: başkalarının katılıp katılmadığına aldırmadığın oyunlar. Herkesi yargıladın bu oyunlarda. Bu arada beni de yargıladın, bana da haksızlık ettin. Ben de bir oyun yazsam, sonunda haklı çıkmak için kendini öldürdüğünü söylesem... Bu oyunu sevmedim Turgut. Ben, oyunlarda bana saldırılmasını sevmem. Ben oyun istemiyorum artık; ne oyun ne de gerçek, senin ölmen gibi bir gerçek, beni sarsmamalı Selim.
-Ya sen, dedi. Şu güzel tabiatı seyreder görünürken acaba kafanda neler kuruyorsun? Kim bilir kaçıncı defadır ki ihtiyar dünyayı seyretmek için göğün en yüksek noktasına kurulan Aydede'nin en şairane manzaralarla beraber nice biftek gibi kanlı savaşları gördüğünü, nice süngülerin kendi ışığı sayesinde nice çelik yürekleri acımadan delişini seyrettiğini be buna rağmen hala o canlı gülümseyişini nasıl koruyabildiğinin hikmetini mi?
-Ben bu en muhteşem gecede bile göğe bakarken ayın yalnız kendisini düşünürüm. Yoksa onun kocamış, buruşuk yüzündeki gülümseyişini değil. Hatta bir edebiyatçı muhayyilesiyle konuşayım, bu gülümseme günün birinde bir kahkahaya dönse bile beni yine ilgilendirmez.
Ve sonunda üzülerek de olsa anladılar ki hayaller kurulur, canlanır ve de o hayalleri kuranlara isyan ederler. Hayal kuranın kemikleri kurduğu hayaller tarafından kırılır. Buna hayal kırıklığı denir.