Çok eski zamanlarda, asırlar önce yaşayan, anne baba ve ikiz çocuklarından oluşan bir fil ailesi varmış. Bu fil ailesinin dostu ve komşusu olan bir fil ailesi daha varmış. Ancak bu fil ailesinin tek farkı diğer aileye kıyasla daha esmer tenli olmasıymış.
Her akşam birbirlerine misafir olur veya birlikte gezmeye çıkarlarmış. Ailelerin bu yakınlığı
Mehmet Rauf'un Eylül kitabını okuyorum kadının adı Suat adamın adı Süreyya. İlk psikolojik romanı yazarken insan unisex isim seçer mi ya. Hemde iki karaktere de. Beceremedim okumuyom
Hayatım boyunca, karton ciltli kitapları hep ama hep küçümsemişimdir. Bu tür kitaplar, daima saygın ve soylu olarak kalması gereken bir ideale yapılabilecek en iğrenç hakarettir. Sadece cahil ve bilgisiz kişiler bir kitabın kapağına bakılarak o kitap hakkında bir hüküm verilemeyeceğini iddia edebilirler. Onlara göre, büyük bir eserin paketi nasıl olursa olsun, eser daima büyük bir eser olarak kalacaktır. Saçmalık! Paketleme, içinde ki ürünün de aynası olmalıdır. Mesela, siz şimdi kalkıp lüks bir eşyayı gazete kağıdına sarar mısınız? Zaten eğer, büyük edebiyat eserleri eşyaların en lüksleri arasında sayılmayacaksa, büyük edebiyat ne işe yarar ki!
Altın büyülü bir maddedir, diyordu yaşlı Howard. İstediği kadarını, hatta daha fazlasını bile bulabilir insan. Taşımayacağı kadar çıkarabilir. Herşeye rağmen daha fazlasını toplamak ister. Ve bu umutla iyi ile kötü arasında bir ayrım yapamaz olur. Yola çıkarken otuz bin dolarla yetineceğine dair söz verir kendi kendine. Birşey bulamazlarsaa yirmi, on, hatta beş bine bile razı olacak duruma gelir. Ama eğer birşeyler bulursa, başta istediği otuz bin yükselir, yükselir, elli, yüz, iki yüz bin dolar olur.
Kuşları işitti. İçlerinden biri konseri başlatıyor, diğerleri de ona katılıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu bir konser değildi. Dikkatle kulak verildiğinde çıkan gürültünün bir testereden çıkan sese benzediği fark ediliyordu.
İleri geri gidip gelen bir testere. Trelkovsky kuşların çıkardığı seslerin neden müzikle karşılaştırıldığını asla anlayamamıştı. Kuşlar şarkı söylemiyorlardı ki, çığlık atıyorlardı.
Hele sabahları, koro halinde çığlık atıyorlardı. Trelkovsky'yi gülme tuttu, bir çığlığın şarkı olduğunu zannetmek çuvallamanın dik alası değil miydi? Kendi kendisine insanlar yeni başlayan günü birbirlerine koro halinde çaresizliklerini haykırarak selamlama alışkanlığı edinirlerse ne olacağını sordu. Hadi abartmış olmayalım, yalnızca haykırmak için yeterince sebebi olanlar haykırsalar bile, acayip bir kakofoni işitilirdi.