Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü... Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli tetikte... Aynı zamanda bakışlarının huzurunda ki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma... Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık... Ele geçirilmek, eksitilmek ve hatta belki de yok edilmek... Her kelime yalan... Her jest sahte... Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi... İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç... İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz. Bir kaç yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağı yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda önemi vardır. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğin fanatik bir sisteme başlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Anca o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunuda yavaş yavaş bırakırsın.