... anahtar kelime 'hızlı'ydı. Çünkü bizim gibi insanların yaşadığı dünyada en önemli olan şey buydu. Çabuk, daha çabuk, hızlı, daha hızlı... Kaybedilecek tek bir dakika bile yoktu.
Felsefi ağırlık ve derinlik, okuyucuyu birden gizemli gözlerin dış müdahalesine odaklamışken, buradan sinematografik döngü senaryolarına özgü geçiş, bir anlamda kitaptan aldığım tatmini böldü diyebilirim. Burada kurguyu canlandırmak adına bir nebze olsun heyecanımı ateşleyen bölüm gizemli yeni esas kişiye, eski esas kişinin direnişi olmuştu, ancak bu heyecanın sonucunda, ilk esas karakterin pes edişini üzülerek okudum. Hatta finale yaklaşırken zihnimde, yazarın; "buraya kadar konuyu yeterince karmaşık hale getirdim, daha fazla karışıklık yaratmadan acilen bir sona bağlamalıyım" diye endişeli bir şekilde düşündüğünü hissettim. Elbette ki bunlar benim hüsnü kuruntularım olabilir.
Altı Sahis Yazarini Ariyor, Sofie'nin Dunyasi gibi kitaplarda daha onceden ornekleri gorulen kurgusal karakterlerin kendi varoluslarinin farkina vardigi yazin ekolune bir ekleme daha yapmis yazar. Lakin aceleci bir tavir, olaylarin tatsiz tuzsuzlugu, kelime dagarciginin zayifligi ve tasvirlerin yetersizligi kitabi biraz usandirici yapiyor.
Başlarda daha agir ve sakin ilerleyen olay akisi, zamanla yerini sanki aceleye getirilmis gibi gelen birbirine cok iyi baglanmamis sicramalarla bozuluyor. En son bolum ise tamamiyla gereksiz cunku zaten onceki bolumde tum dugumler cozuldugu icin o bolum okuru "daha ne olabilir ki?" diye dusundurmekten oteye goturemiyor.
Göze soka soka vermeye calistigi anti-kapitalist soylem ise pek ici doldurulamamis. Bireyin mekaniklesmesi, hayaletlesmesi denmis ama bu okura hissettirilememis. Ici doldurulmamis bir kuru soylem.
İnsanlar kaldırımlara sığmayarak yol kenarlarına taşıyor, birbirleriyle en ufak bir iletişimleri olmadan, yan yana, bazen neredeyse omuz omuza, anlaşılmaz bir ahenkle hareket ediyorlardı. Hiç birinin yüzünde belirgin bir ifade yoktu. Dümdüz, sanki gözlerinin önünde yollarını bulmalarını sağlayan görünmez bir çizgi varmış gibi ileriyi takip eden bakışları, dik ve kararlı vücutları, boyalı ve bakımlı saçları, şık elbiseleri içinde tüm varlıklarıyla orada olmalarına rağmen; tıpkı benim gibi tuhaf bir yokluk hali içinde, kurulmuş bir oyuncak bebek gibi ilerliyorlardı.
Her şeyin siyahlara büründüğü bu gölgelerdiyarında ben de Karanlığın içinde kayboluyor yokluğumu kaybolmuşluğumu daha az duyuyor kendimi evime, sokaklara, şehire daha yakın hissediyordum