Geçmiş onu bırakmıyor, o geleceğe erişemiyordu. Geçmişten kalan acılarının sahibi uzaktaydı, gelecek ise kısa bir deniz yolculuğunda bile vaat ediciliğini kaybedecek kadar anlamsız ve cazibesiz gözüküyordu.
Bazen unutuyordu Mehpare Hanım'ı, birkaç gün aklına hiç gelmiyordu, sonra birdenbire, içi acıyla kavrularak hatırlayıveriyordu, böyle zamanlarda sığınacağı hiçbir şey yoktu, ne bir işi ne bir mücadelesi ne de dostları.
"Kaderle ilgili pazarlık yapacak birinin olmasını istiyor bazen insan," diyecekti, "Tanrı pazarlığa yanaşmadığına göre pazarlık yapacak şeytandan başka kim kalıyor?"
Günah sözcüğü, bir kadınla bir erkek arasında her telaffuz edildiğinde, o kadınla o erkek kim olursa olsun, kendi yakıcılığını ve çekiciliğini yaratır.
Allah'a inanmamız gerekmiyor ama din niye var diye de sormalıyız. Hayati anlamaya çalışıyorsak, hayatın her parçasını da anlamaya çalışmalıyız... Allah'ın olmasını isterdim, kaderimizi gönül rahatlığıyla ellerine bırakabileceğimiz kudret bulunsaydı bir yerde, hayat daha kolay olurdu ve dindarların kendi hayatları hakkında hüküm vermesini sükûnetle bekledikleri bir mercileri bulunuyor doğrusu.
Yıllarca ağır bir istibdat altında ezilerek susmak zorunda kalan, kendi sessizliğiyle zehirlenen bu kalabalık, şimdi ilk kez konuşma imkânı buluyor; kime kızacağına tam karar veremediği, hatta bunu pek de düşünmediği, İslam'ın yeryüzündeki gölgesi olan Halife Hazretleri'ne kızmak gibi büyük bir günaha da alışkın olmadığı için, İttihatçılara kızıyor, daha önce çektiklerini unutup o günkü acılarının sebebini meşrutiyet olarak görüyordu.
Dilara Hanım, daha alt sınıflardan, kaba, vahşiliğe ve zorbalığa yatkın erkeklerden hoşlanırdı; onu heyecanlandıran erkek bedenindeki o hayvansı şiddetti, o şiddeti kendi bedeniyle eğitip evcilleştirmekten zevk alır, eğittiklerinden sıkılır, eğitemediklerine tutulurdu...