ANAYASA TARTIŞMALARI
Türkiye toplumu hiçbir anayasasını biçimsel bir toplum sözleşmesine dönüştüremedi. Yaşam biçimiyle devletin mimarisini ve o mimarinin götüreceği istikameti belirleyen anayasalar, Türkiye tarihinde daima bir kesimin diğer bir kesime kendi tasavvurunu kabul aracı olarak kullanıldı. Bunun istisnası yok maalesef. Esasında bu da sosyolojinin siyasete – ya da politik mücadeleye – yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle anomali normaldir. Önce içtimai savruluş, ardından politik kaos geliyor. Türkiye’de de olan budur. Bu devlet sürekli “birilerinin devleti” oldu, tüm toplumun devleti olamadı. Çünkü tüm toplumun üzerinde birleştiği bir tür gayrı resmi ve sivil anayasa olmadı.  Devlet toplumun örgütlenmiş halidir. Ama bu normal toplumlar için geçerli. Eğer sosyolojiniz toplum değil, paralel toplumcuklar ürettiyse, çatı bir devlet ve onun birleştirici bir anayasası üzerinden ortak gelecek ve ortak erek tespit ederek mutlu-mesut yaşamak mümkün olmuyor. Yönsüz devlet, yönsüz toplumların kaderidir.
Ey Âdemoğlu! O elma zehirli, hâlâ anlamadın mı? Bunca kaos ortamı, yangınlar, hastalıklar, iflaslar, ölümler, depremler, seller, afetler ve açlık seni neye hazırlamak için? Bizlerden neyi saklıyorlar? Aklının kontrolünü kaybeden herkes “neye inanacağımızı şaşırdık” diyerek denize düştü ve yılana sarıldı. Oysa zehir şifaydı, plan ise yılan. Yalan da yılandı ve o da şeytana aitti. Bir şeyi anlamayıp inkâr ettiğinizde o şeyin esaretinden de kurtulamazsınız. O yüzden başımıza gelen her şeyin olanlara bir bahane olabileceğini önce bir anla ve başla. Oku! Susma, durma, hakkını ara, inan, niyet et, dua et, çalış, irade göster, harekete geç, anla ve uyan! Artık ismimi değiştirmek için çok geç. Geri dönmek için de öyle. Nerede ne ne yapıyorum, neciyim… Hiçbir şey için geriye dönüş yok. Senin için de öyle! Bizi yok etmek için her şeyi yapacaklar. Madem bu dünya ve bu vatan bizim, o zaman onlara nasıl savaşılacağını gösterelim! Gül, dalga geç, alaya al, inanma ama silkelen! Sen uyursan savunmasız insanlar mahsun olur, aileler yıkılır, tabiat bozulur, ölümler artar, hastalıklar boyut değiştirir. Yangınlar çoğalır, iklimler bozulur, deprem ve tsunamiler her şeyi alır götürür. İnsanlık susuz kalır, aç kalır, köle olur ve şeytanın elinde yok olur gider! Sen uyursan, her şey mahfuz kalır!
Reklam
Biz kendi düşüncelerimizle hayatı var ediyorsak.İnsanlari ve yaşadığımız olayları olusturuyorsak . Bunlarla deneyim kazaniyorsak.Ve hayat sadece bir rüya ise.Neden daha güzel deneyimler yaşamıyoruz.İcimizdeki korkularımizi acılarimizi anlayip,yanlış İnaç sistemimizi degistirip daha mutlu sağlıklı ve huzurlu bir hayat yaşayabiliriz.Dısarida hiç bir şey yok.Disarida olan şeyler bizim düşüncelerimizin birer yansımasi.Bu yüzden anda kalmayı,şimdiyi yaşamayı öğrenmeliyiz.Ve zihnimizi susturmayi öğrenmek zorundayız.Zihin susarsa geçmişte hiçbir acıyı şimdiye getiremeyiz.Zihin susarsa işte o zamn gerçek biz kalırız ortada.Sorun ve kaos olmaz.Kendimiz dahil olmak üzere kimseyi yargilamayiz.Boylece gerçek aşkla içimizdeki güçle ,yani Allah'a , Tanrı ile bir olabiliriz.Boylece saf enerji ile dolarız.Bir oluruz
peki niçin "ölüme doğru varlık"? ama nasıl "başkasının yüzü"? çok fazla ve çok eksik bir dengesinde kavrulan bilinç kim? Ben kimin hükmüdür ve kimin unuttuğuyum bu kaos bedende?
Şeytan ve Yüce Tanrı
Bütün bu kaos içinde Tanrı'dan bir işaret bekleyen insanlar ve kendi iç ses karmaşalarını Tanrı' nınkiyle karıştıranlar, arayanlar, bulamayanlar ve yine yok yere ölenler ve Tanrı'yı öldürenler.
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
Şeytan ve Yüce Tanrı
Şeytan ve Yüce Tanrı
Şehrin Ölümü
Duvarlar çıkıyor önüme Şehrin mahpus yüklü duvarları Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede Şehir soyunmuş diyor biri Şehrin elbisesini çalmışlar Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle Mor bir kabus çöküyor üstümüze Parkta son ağaç da ölüyor
Reklam
İstihbaratçı
Andolsun ki vakti geldiğinde ödeşeceğiz! “İSTİHBARATÇI
Aydın Benli
Aydın Benli
” Akıl Oyunları/ Devletleri akıl yönetir Devlet Aklı İstihbarattır. İstihbarat teşkilatları, etkin ve güçlü olmayan devletlerin masada söz hakkı yoktur, hatta o masada sandalyeleri de yoktur. Eğer bir yerlerde bombalar patlamıyorsa, insanlar ölmüyorsa, kaos ve kargaşa yoksa bunun
Diyalog 2 ( iki karanlık zihin, iki pervasız kalem ) Sade: (kışkırtıcı bir tonla) Toplumun ahlaki zincirlerini kırmak, insanın en doğal hali değil midir? Özgürlük, ancak tabuları yıkarak elde edilir. Palahniuk: (sakin ama keskin) Özgürlük, evet, ama kaos içinde bir düzen bulmak... İnsanın karanlık yanlarını keşfetmek ve onları bir hikayeye dönüştürmek, işte o zaman gerçek sanat ortaya çıkar. Sade: (gülümseyerek) Sanat mı? Sanat, toplumun sınırlarını zorlayan ve insanın en temel dürtülerini sergileyen bir eylemdir. Ancak o zaman, insan özünü tam anlamıyla ifade edebilir. Palahniuk: (düşünceli) İnsan özünü ifade etmek... İşte bu yüzden yazıyoruz, değil mi? Kendi gerçeklerimizi yaratmak ve okuyucuyu rahatsız edecek kadar gerçek bir hikaye anlatmak için. Burak Yelin
Canım ülkem ne kadar negatif o kadar köfte. Harika bir millet olduk. Kaos en sevdiğimiz.
Quousque Eadem?
Emil Michel Cioran
Emil Michel Cioran
Altında doğduğum yıldıza hepten lanet olsun; Onu hiçbir gökyüzü korumasın, şerefsiz bir toz yığını gibi mekanın içinde ufalansın! Beni yaratıkların arasına iten hain an da, zamanın listesinden ilelebet silinsin! Arzularım, ebediyetin gündelik olarak alçaldığı bu yaşam ve ölüm karışımıyla uyuşamaz artık. Gelecekten bezmişim, onu günlerini kat etmiş ve ona karşı kabuğumdan taşmışım, yanılsamalarımı hükümsüzleştirmem onları daha iyi tahrik etmek içindir. Öngörülemez –ve halbuki her şeyin kendini tekrar ettiği- bir evrendeki o azgınlaşmanın sonu hiç gelmeyecek mi yani? Daha ne kadar zaman kendimize, “ilahlaştırdığım bu yaşamdan tiksiniyorum” diyeceğiz. Sayıklamalarımızın boşluğu hepimizi yavan bir mukadderata boyun eğen tanrılara çeviriyor. Bizzat kaos bile ancak bir kargaşa sistemi olabilirken, şu dünyanın simetrisine niçin hala başkaldırıyoruz? Alın yazımız kıtalar ve yıldızlarla çürümek olduğundan mütevekkil hastalar gibi ve çağların sonuna kadar, öngörülmüş, ürkütücü ve beyhude bir meraklılığı peşimiz sıra sürükleyeceğiz.