Hayatımın en saçma günlerini yaşıyorum sanırım. Bulunduğum yer herkesin gıpta edeceği güzellikte bir yer. Kalabileceğim çok yer var; ben ise penceresiz, dört metre kare, içinde adım atmaya imkanı olmayan, yanmamak için uğraşan, odayı devamlı dumana boğan bu kuzine ile ve kitaplarla baş basayim. Ne kadar okuduğum şüpheli. Her odun atisimda odayi dumana boğan kuzinem sanki geçmişimin sisli bulutlu alanlarına sürüklüyor beni her seferinde. Bir öksürük krizi ile cikiyorum oradan. Sanki geçmişin dumanını içine çekmek isterken, "bogulursun" diyor, zımnen haklı da. Ama ben bir iki nefes alıp toparlayıp yine penceresiz kulubeme dalıyorum. Ortam o kadar dağınık ve pis ki normalde yarım saat zor kalacağım yerde üçüncü günüm. Bugün kuzinem nedense daha sakin duman püskürtmuyor. Tavandan divana kadar adeta bir tabaka haline getirmeyi alışkanlık haline getirdiği, beni onunla geçmişime, gençlik ütopyalarıma ve hayallerime sürüklediği o kara katmanli dumandan bugün eser yok. O beni sürüklemeyince sanırım ben de buraya sürüklendim. Bu yol beni nereye götürecek merak ediyorum. Sabah namazıyla beraber dağlara yuruyesim var.. yolda kalmak, yoldan kalmamak lazım. Dışarda hırçın dalgaların sesi, üstümdeki ince saçı döven dolu taneleri eksilmeye tipirtilar sabaha karşı sönmüş sobanın ardında bıraktığı buz gibi bir donma hissi ile uyanmalar... Cahit Abiden mülhem diyeyim yine, " içim ey içim. Bu yolculuk nereye? Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin."