Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
İtikadi ve Ameli Tevhid...
Tüm Rasullerin -Allah’ın salat ve selamı üzerlerine olsun- kendisine çağırdıkları Tevhid’dir. Ve bu, “La İlahe İllallah” kelimesinin anlamıdır, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’yı ibadette birlemek ve ihlastır, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın dinine ve O’nun dostlarına dostlukta bulunmaktır. Yine bu, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dan başka kendisine ibadet edilenlerin tümünü inkar etmek, onlardan uzak olmak ve Allah’ın düşmanlarına karşı düşmanlıkta bulunmaktır. Bu aynı anda hem itikati Tevhid’in ve hem de ameli Tevhid’in tezahürüdür. İhlas Suresi itikadi Tevhidin delili iken, Kafirun Suresi de ameli Tevhidin delilidir. Nitekim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), öneminden dolayı bu iki sureyi çokça tekrar eder ve özellikle sabah ve diğer namazların sünnetlerinde sürekli olarak bu ikisini okurdu.
Sayfa 13 - Beyaz Minare Kitap
İbrahim-i Millet Nedir?...
İbrahim Milleti şudur: İbadeti, kapsamış olduğu tüm anlamları ile birlikte yalnızca Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yapmak(3) ve şirkten ve şirk ehlinden -beraat- uzak olmak. **************************************************** (3) Kul, Allahu Teala’ya gerektiği gibi ibadet etmedikçe hiçbir şekilde şirk ve müşriklere karşı koyamaz ve onlardan uzak
Sayfa 12 - Beyaz Minare Kitap
Reklam
Ortalık, üniversite mezunu işsizlerle dolu. Emekliler meteliğe kurşun atıyor. Yetişkinlerin hayal kuracak bir dakikası bile yok - kısacası "hayatın katı gerçekleri"ne karşı, sabah dokuz akşam beş, günde tam sekiz saat ev geçindirmek için, çocukların okul parası için mücadele ediyorlar.
Sayfa 15 - Can Yayınları, 29. Basım, Ekim 2023.Kitabı okuyor
Oğuz menkıbesi, Uygurca bir metinde,
Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürü­sü güder, beygire
Türkiye gerçekleri
Ortalık, üniversite mezunu işsizlerle dolu. Emekliler meteliğe kurşun atıyor. Yetişkinlerin hayal kuracak bir dakikası bile yok - kısacası "hayatın katı gerçekleri"ne karşı, sabah dokuz akşam beş, günde tam sekiz saat ev geçindirmek için, çocuklarının okul parası için mücadele ediyorlar.
İnsanın en büyük savaşı kendisine karşı verdiği savaştır. Sakin bir zihnin çözemeyeceği bir sorun yoktur… Her sabah hayat yeniden başlar.
Sayfa 227Kitabı okudu
Reklam
Anlıyor musun?
Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Utanırım, Utanırım fıkaralıktan,
33 kurşun
1. Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van'da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür
Atatürk ve İçki
Hasan Rıza Soyak, içkiyi azaltması için onu zorlayınca Atatürk şöyle yanıtlayacaktı: Fakat ne yapayım içmeye mecburum; kafam beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor. Zaman zaman onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum. Harbiye ve Erkânıharbiye mekteplerinde iken sabahları beni genellikle koğuş arkadaşlarım uyandırırdı. Çünkü akşam zihnim bir meseleye takılırdı, onu düşüne düşüne kafam şişer, uykum kaçardı. Bütün gece yatağın içinde dönüp dururdum; ancak sabah karşı yorgun ve bitkin bir şekilde uyuya kalırdım ve tabii kalk borusunu duymazdım...İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum.
Sayfa 68 - Remzi KitabeviKitabı okuyor
" Hemen Her Sabah "
Evliliği aşkın devamı zannetmiş nice safdil çiftler, üç ay geçmeden dudaklarda ateşin söndüğünü görmüşler ve bir akşam, kendilerini karşı karşıya esner bulmaktan hayret etmişlerdir.
Sayfa 28 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
EFELYA'dan... ........ Elif, Ferhat'ı daha yakından tanımak için, çocukluğuna dair hatıralarını anlatmasını istedi ondan; sonra sesine bir avuç fesleğen katıp: “Dur, önce anneni anlat, çok merak ediyorum, yaşıyor değil mi?” “Yaşıyor değil mi?” cümlesiyle Ferhat birdenbire dağılmıştı. “Hayır, yaşamıyor; çocukken kaybettim
Sabah sabah bir bardak çay, demli / Üzerimde uykunun sersemliği. Çayla “merhaba” de sabaha, o seni anlar. Karıştır çayını sabaha karşı, ağır ağır tütsün dumanı. Kekre-hoş tadı çayın, damağında: “Karıştır çayını zaman erisin / Köpük köpük, duman duman erisin.” Sabahlar çayla keyfolunur. Yudum yudum keyfe çayla gelinir sabah sabah. Çayla sabah -tadı öyle çıkar zamanın. Köpük köpük böyle çıkar mahmurluğu gecenin, karıştırıp çayını püskürtürsün böylece gece artıklarını. Yudum yudum, köpük köpük, nefes nefes çek gündüzü kendine, çek onu bir solukta ağır ağır içine. Selametle geceyi, ayaküstü el sıkışıp ve güne merhaba de sıkıca boynuna sarılıp. Güfte belli, beste sana kalmış: Dün dünle gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler yapmak lazım.” En nahâru hayrun min en-nevm.
Ama üniversite benim sandığım gibi evrensel bir Atina değildi, orada insan büyük ve akıllı insanlarla yüz yüze tanışmıyor hatta onların yaşadıklarını dokunarak bile anlayamıyordu. Orada oldukları doğru ama sanki hepsi birer mumyaydı. Kim olduklarını anlayabilmek için onları sımsıkı sarmalayan öğrenim duvarlarını kazıyıp, parçalara ayırmak gerekiyordu. Öğretmenlerin çoğu ne yazık ki öğrendiğimiz şeylerden zevk alabilmemizin temelinde, anlamaktan önce eserleri yaratan kişilere sempati duymamız gerektiğini göz ardı ediyorlardı. Detaylı açıklamalarının pek azı kişinin hafızasında yer ediyor, akıl bu bilgileri -ağaçların olgun meyvaları dalından atması gibi- düşürüyor. Çiçeği, kökü ve çiçeğin sapını tanımlamak, çiçeğin büyümesini öğrenmek mümkün ama sabah çiğinde yıkanmış taze bir çiçeğin kokusunu sevmek öğrenilemez. "Bu hipotezler ve açıklamalarla neden zamanımı harcıyorum?" diye kendi kendime sürekli sorup duruyordum. Bu düşünceler aklımın içinde kör kuşların çaresiz kanat çırpışları gibi çırpınıyordu. Büyük eserleri inceleyerek öğrendiklerimize karşı çıktığım sanılmasın, benim karşı çıktığım eserler hakkında fikirlerin dikte ettirilmesi. Çünkü ne kadar insan varsa o kadar da fikir var.
Sayfa 81 - Kuraldışı yayınlarıKitabı okudu
Nasreddin Hoca çarşıda değerli bir yüzük bulmuş. Fakat şer-i kanun gereği, üç kez bulduğunu bağırması gerekiyor­muş. Hoca, sabah saat üçte sessizce çarşı meydanına gitmiş ve bütün kuvveti ile bağırmış: “Çok değerli bir yüzük buldum.” Üçüncü defa da çarşı insanla dolmuş. “Ne söyledin ki Hoca?” diye sormuşlar. “Kanun üç defa bağırmamı istiyor. Dördüncü defa bağırırsam belki karşı gelmiş olurum. Fakat size şu kadarını söy­leyeyim, ben pırlanta bir yüzüğün kanunî sahibiyim.”
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.