“Katil Yasa”yı hala savunanları bir adım geriye alalım. Çünkü neydi? “İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrı’nın işidir.”
Victor Hugo, 1829 yılında yayımladığı bu romanında idam cezasına nasıl karşı çıktığını, mahkumun duygu durumunu dile getirerek bizlere hissettirmiştir.
Giyotin betimlelerinin de ürpertici bir tesiri vardır. (İdam savunucuları der ki acısız ve kısa bir işlemdir zaten, hızlıdır, pratiktir. Öyleyse neden defalarca indirip kaldırdıkları halde koparamadı başını bazı mahkumların? Neden kopmayan başları testere ile vahşice soğukkanlılıkla kesmek durumunda kaldılar? Geliştiricisi Guillotin sürümünü mü güncellemedi?)
Belki de en üzücüsü halkın bunu eğlence ortamına dönüştürmesiydi. Gösteriye sunulması mahkum için olduğu kadar insanlık adına da utanç kaynağıydı.
İdam cezası kaldırılıyorsa niçin? Bencil bir yasa için. İlerde yasa koyucularının dönüp dolaşıp kendilerini bulmaması için.
Mahkûm için beş dakika önce hava pırıl pırıldı, güneş tüm bedenine enerji veriyordu, karar açıklandı ve ne güneş, ne gökyüzü hiç bir anlam ifade etmiyordu. Küçük kızı Marie için üzüldü hep. Onu hep özledi. Mahkûm için sağlığının kötüye gitmesi iyi bir şeydi. Çünkü revirde sedyede yatmak, sekiz metre karelik hücrede taşın üzerinde yatmaktan daha iyiydi. Gözlerini kırpmadan, teklemeden, dizleri titremeden giyotine doğru yürüyüşünü hiç beklemeyin. Korktu, telaşlıydı, kalp atışı hızlandı, son dakikaya kadar af çıkmasını umut etti ama olmadı.