Tüketim toplumunda bireyin katılımı ve onuru, sahip olduğu müşteri statüsüne bağlıdır; özgürlük de görünürde sonsuz ürün seçeneklerinden birisini seçmek ve böylece, yine görünürde, bireysel alım kararları verebilmektir.
Yaşam koşullarının zor olduğu durumlarda ve yerlerde, insanlar daha erken ölüyor ve gelirler arasındaki farklılıklar ne kadar fazlaysa, halk sağlığı o denli bozuk oluyor.
Yoksulluk ve kötü çalışma koşulları yalnızca hastalık ve depresyona yol açmakla kalmıyor, yaşam süresini de azaltıyor. Aralık 2011'de kayda değer bir olay meydana geldi. Sol Parti'nin bir soru önergesi üzerine hükümet, daha sonra kendisinin de inanmak istemediği bir veri açıkladı: Almanya'da yoksullar ortalamaya kıyasla yedi sene kadar daha az yaşıyor. En zenginlerin yaşam süresiyle en fakirlerin yaşam süresi arasındaki fark on seneden daha fazla. Toplam nüfusun ortalama yaşam süresi hafif bir artış gösterirken, düşük gelirlilerinki iki sene düşüş göstermiş durumda. Yaşam süresinin bile sosyo ekonomik statüye bağlı olması, zengin Almanya için korkunç bir tespit. Werner Bartens Süddeutsche Zeitung'ta şu saptarmada bulundu: "Alt ve eğitimsiz bir sınıfa dahil olmak, beden sağlığı ve yaşam açısından ağır bir tehdit anlamına geliyor"
Erwin Wagenhofer'in We Feed the World [Dünyayı BesIiyoruz] isimli filminin başlangıç sahnesinde tıka basa hayat ekmekle dolu bir kamyon görülüyor. Her gün çöpe attığımız ekmek, dünyadaki açlığı doğrudan artırmakta; buğdaya olan talep büyüdükçe ve çöp bidonu için üretilen ekmek sayısı artıkça, açlık da artıyor. Bunun nedeni, bazılarının devasa israfı vicdan azaplarını hafifletmek üzere "sonuçta ekmeği zaten Afrika'ya gönderemeyiz" sözleriyle açıklamaya kalkışması değil. Bunun nedeni, buğdaya artan talebin hammadde borsalarında buğday fiyatlarını yukarıya fırlatması. İnsan haklarına karşı işlenen bir suç olan tarım spekülasyonu, az sayıda insan için çok karlı bir iş. Fakat gıda fiyatlarının patlaması ve insanların yiyecek satın alamaması, az gelişmiş ülkelerde yaşayan milyonlarca insan için acı ve ölüm anlamına geliyor. Örneğin 2008 yazında buğday fıyatları ikiye katlanmış ve birçok fakir ülkede, ordu tarafından gaddarca bastırılan ayaklanma meydana gelmişti. Kısaca söylemek gerekirse, müşkülpesent Batılı tüketici, akşamları saat sekize kadar çavdar ekmeği, ayçiçeği ekmeği, patatesli ekmek, çıtır kabuklu ekmek, İtalyan ekmeği, baget ve kahvaltı kruvasanı arasında seçim yapma hakkına sahip olduğu için aç ve çaresiz insanlar ayaklanmak zorunda bırakılıyor.
Almanların yüzde 61,2'si "uzun süreli işsizierin toplum hesabına keyif çatmasını" ayıplıyor. Yüzde 52,7'si ise uzun süreli işsizierin gerçekte bir iş bulmak istemediğinden emin. Almanların dörtte birinden daha fazlası iş bulamamanın işsizlerin kendi suçu olduğu görüşünde. Yine Almanların yarısından fazlası, ciddi olarak finans krizinin nedeninin sosyal devleti istismar edenler olduğunu düşünüyor. Sanki kendilerine yapılan standart ödemeyle borsada kumar oynayıp finans piyasalarının çökmesine neden olanlar Hartz IV alanlarmış, sanki holdinglerin ve ekonominin seçkinlerinin çıkarlarını gözeten politikalardan yoksullar yararlanmış, sanki zor günler için ayırdıkları parayı İsviçre'ye kaçırdıkları için sosyal devletin tasfiyesine yol açanlar yoksullar olmuşçasına...
Tüketim toplumuna kimin dahil olup kimin olmadığı, kişisel zevkler üzerinden belirleniyor. Marthashof'un reklam sloganı "Özgürlük alanı ile esenliğin, güvenlik ile iyi komşuluğun armonisi" ancak burada iyi komşu ile semt sakinleri değil, bu adacık kapsamında para cüzdanın kalınlığı üzerinden seçilen insanlar kastedilmekte. Böylesi dışa kapalı "konut birimleri" artık yalnızca kültürel değil, aynı zamanda sosyal bir sınırlamanın da ifadesi. Hayat tarzları, sosyal farklılıkların göstergesi. Aynı sosyal çevre içerisinde yaşamak güven hissi veriyor. Bu nedenle oturma ve yaşam alanını yalnızca benzer insanlarla paylaşabilmek, en önemli pazarlama argümanı. İnsanların kendi benzerleriyle bir arada bulunmak için ödediği yüksek fiyat, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu tarafından "mekansal farklılaşma karının ekstra masrafı" olarak adlandırılıyor.
"Güzel bir numara: Sistemi eleştirmek hakkını, sistemden avantaj sağlayanlar kendilerine saklı tutuyor. Sistemin dibini tanıma imkanına sahip olanlarınsa öfkeli, kinci ve kıskanç oldukları bahanesiyle kozları ellerinden alınıyor."
Şişe suyu ticaretinin yıllık büyüme oranı yüzde 25. Dünya çapında şişe suyu için yılda 46,8 milyar avro harcanmakta, buna karşın tüm dünyada temiz musluk suyu sağlanması tahminen 23,3 milyar avro ile şişe suyu harcamalarının yarısından daha az miktarla elde edilebilir.
Tüketim toplumunda bireyin katılımı ve onuru, sahip olduğu müşteri statüsüne bağlıdır; özgürlük de görünürde sonsuz ürün seçeneklerinden birisini seçmek ve böylece, yine görünürde, bireysel alım kararları verebilmektir.
Toplumsal farklılıklar azalıp alttakilerin arasına karışma ihtimali arttıkça, insanlar kendilerini aşağıdan daha fazla soyutluyor. Heitmeyer bu durumu şöyle dile getiriyor: "İnsanlar bu bölünmeyi algılıyor fakat bu algı, başkalarını aşağılamalarının önüne geçmiyor. Algılama duyarlığının empatiyle bağlantılı olmaması, meselenin en sorunlu yanlarından birisi. Ekonomik temelli mantık, kaya gibi sert. Bir yanda gelir dağılımını sürekli bir şekilde aşağıdan yukarıya doğru düzenleyen zamane politikaları, diğer yanda ise artık içinden çıkılması mümkün olmayan değişik krizlerin arka planında yalnızca 'gemisini kurtaran kaptandır' ilkesinin geçerli sayılması nedeniyle giderek bayağılaşan bir burjuvazi söz konusu.
Yoksulluk, toplumsal dışlanmanın yanı sıra her zaman politik dışlanmayı da içerir. Yoksulların gösteri yapmak istemediğini söylemek, onları yalnızca vesayet altına almak değil, aynı zamanda dışlamayı da körüklemektedir.