Düşünmeye ara verdiğimiz anlarda dahi kendimizi sorgulamaktan vazgeciyoruz. Aslına dönmeye çalışıp kendimiz olamamak belki de gozlerimize uzak geliyor .. hayal edememekten korkuyoruz ve korkuların üzerine gidememek bizi umutsuzluğa surukluyor. Akabinde bir ses geliyor umutsuzluğa kapilma... Kapıldığımiz kimin rüzgari yada kendimizde var olamadığımız kendimiz olmaya çalışırken kendimizi kaybettiğimiz koca bir HİÇ mi bilinmez ... Araya araya bulmaya çalıştığımız aslında kendimizden uzaklaştırmaya calistigimiz icimizdeki Bencilliğimiz mi bilinmez ... Artık aslına dönmeye çalış ve diril öyle bir diriliş olsun ki sonu da bir başı da bir olsun herşeyin özü koca bir Senle başlayan biz olsun....
"Bu şehir öyle bir şehir ki, küçük bir kız üzülür, üzüldüğü anlaşılmaz. Kuşlar cehennem çığlıklarıyla ötüşür, duyan olmaz. Bir ağaç acıkır, kimse... hiç kimse umursamaz." diye kitapta en sevdiğim beni en etkileyen cümleyle başlıyorum yazıma. Bu alıntı belki çok bir şey ifade etmeyebilir sizin için ama kitabı okuyan birinin bu alıntıyı
Binboğalar Efsanesi benim için unutulmayacak hüzünlü ve bir o kadar da keyifli bir kitap olarak hep kalacak artık.
Yaşar Kemal farkıyla okuduğumuz kitap bir Hıdrellez günü ile başlar Kerem bütün masumluğu ile yörüğüne toprak istemek yerine bir şahin ister ve Allah ona bir şahin verir.
İşte tam da bu noktada bir Türkmen boyu olan Demirciler