Bir insana kendini değersiz hissettirmek, varken yokmuş muamelesi yapmak, görmezden gelmek daha da kötüsü bir hiçmiş gibi hissetmesini sağlamak... Haklı sebeplerle araya mesafe koyarak yavaş yavaş görünmez setler örerken hiç farkında olmadan karşımızdakinde bıraktığımız tahribat... Sen bağları yavaş yavaş, usulca gevşettiğini düşünürken ve hikayenin sonunu kendi kafanda farklı yazarken birden karşına çıkıp süreçte yaşanan gerçekleri suratına tokat gibi çarpması ve mideni kemiren hislerle yüzleşmen...
Yapmışım, evet evet hepsini yapmışım. Kendimin yıprandığını düşündüğüm bir ilişkide kendimi korumaya çalışırken karşımda açtığım gönül yaralarını görmemişim bile. Yıkıp geçmişim. Fark etmemişim.
İlk başladığı gibi devam etmeyecekti biliyorum, edemezdi de. Yine yıpratacaktık birbirimizi, sonu yine hüsran olacaktı. Ama sonu böyle de olmamalıydı. İki tane insan enkazı kalmamalıydı.
Yaşananların bedelini, insanın içini delen o iğrenç huzursuzluk hissi ile ödemek zorunda kalmasaymışız keşke. Ama oldu. O bedeli kendi ellerimle yavaş yavaş dokumuşum. Fark etmemişim.
Altmış bir günlük kefaret ödeyeceğiz. Kalan iki ay boyunca her gün yüz yüze gelerek ama görmezden gelerek ödenecek o kefaret. Kefareti bozarsan baştan başlamamak gibi bir lüksün var ama bozma gibi bir lüksün yok.
.
.
.
İnsan kalmak için sarf etmemiz gereken çabanın o heybetli cüssesi gözümde daha da büyüyor. O yolun sonuna ulaşamazsam da yolun yarısını kat edebilecek miyim acaba?