yaşadıkça anlıyorsun. küçüklüğün tadı bir başka oluyor. çocukken hep büyümek istersin. diğerleri gibi istediğiniz yapmak, kendi paranın olması ve onunla istediğin her şeyi almak; dondurma, çikolata, oyuncaklar... göz kamaştırıcıdır her şey. onlar gibi büyük olmak istersin. onlar gibi sözün dinlensin. seni de ciddiye alsınlar diye uğraşıp durursun. ütü yapmak için annene yalvarırsın mesela, yemekte yardım etmek, arabayı yıkamak. sanırsın hayatın boyunca bunları yapmaktan zevk alacaksın. oysa bilmezsin sorumluluğa dönüşen her şeyin, şu kısacık hayatında omuzlarında bir yük olduğunu. tatilde dedenin yanına gidersin mesela, ev sobalıdır üşürsün. keşke eve gitsek dersin, hem rahatıma kavuşur hem oyuncaklarımla oynarım. oysa büyüdüğünde burnuna sobanın üstündeki kestanelerin kokusu gelir bir kış aniden. her yıl istemeden gittiğin o yere gidemediğin ilk yıldan hissedersin içindeki burukluğu. ruhun alışmıştır oraya, bir evin de odasıdır aslında, özlersin. küçükken kokusunu bildiğin, eli başını okşayınca gözlerinin parladığı insanlar vardır, bilirim. önce onların senin sandığın kadar iyi insanlar olmadığı fark edersin. sonra masadan birer birer ayrılırlar, özlersin. sorumluluklarının yükü altında ezilirken büyümeyi dilediğin güne lanet edersin. kısacası çocukken istemeden yaptığın, kıymetini bilmediğin ne varsa; büyüdüğünde özlemini çekersin. hayat da böyle azizim, zamanın kıymetini bilmek gerek.