II. Dünya Savaşı sırasında Çin'de üç rakip rejim vardı: Çan Kay Şek'in Chungking'deki Amerikalıların ve İngilizlerin yakın müttefiki olan rejim; Mao Zedong'un büyük ölçüde Çin'in kuzeydoğusuna yerleşmiş olan komünistleri ve Wang Jingwei'nin Nanking'deki Japonların desteklediği rejimi.
Sayfa 186Kitabı okudu
Özellikle II. Dünya Savaşı'nda, milli liderlerin tarihi önemidir. Çoğu hakkında kütüphaneler dolduracak denli binlerce eser vardır. Yine de önemleri öyle büyüktür ki onlar hakkında genelde pek düşünülmeyen bazı meselelerden, mecburen kısaca, bahsetme ihtiyacı hissediyorum. Evet, II. Dünya Savaşı'na katılanlar devletlerdi (ve milletler): Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Sovyetler Birliği, Japonya, Birleşik Devletler vs. Ama Hitler'siz bir Almanya? Churchill'siz bir İngiltere? Roosevelt'siz bir Birleşik Devletler? Kişilerin en fazla tarihin araçları olabileceklerine, tarihi onların yazmadıklarına dair yaygın inancı en azından sorgulamalıyız. Adolf Hitler yirminci yüzyıl tarihinin en büyük figürlerinden biriydi. Kişileri tarihte sebep oldukları olaylarla değerlendiririz. Hitler olmasaydı, II. Dünya Savaşı da olmazdı. Hitler olmasaydı, Almanya'nın doğusu da dahil, Sovyetler Avrupa'nın doğusunu işgal etmeyecekti. Hitler olmasaydı, beş-altı milyon insan kitlesel olarak öldürülmeyecekti. Ve ölümünün üzerinden elli yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, birçok ülkede kayda değer azınlıklar hala, antisemitizm de dahil, nasyonal sosyalizmi destekliyor ve bu insanlar ona hayran olmadıkları için değil, siyasi sebeplerle Hitler'in adını hiç anmıyorlar. Açıkça söylemek gerekirse: Hitler'le hala hesaplaşmadık mı?
Sayfa 129Kitabı okudu
Reklam
Stalin bir tür devlet adamıydı, bir devrimci değildi. Örneğin Fransa, İtalya ya da hatta Yunanistan'daki komünist partilerle ilgilenmiyordu. II. Dünya Savaşı sona ererken ve Soğuk Savaş döneminde temel ilgi alanı, her anlamda, ona bağlı Doğu Avrupa ülkeleriyle kısıtlıydı. Ancak Churchill'in de Gaulle'e Kasım 1944'te söylediği şu tatsız (Stalin için) gerçeği anlamış olmalıydı: Rus kurdu çok iştahlıydı ama yemekten sonra sindirim güçlüğü çekecekti. Stalin gerçekçi bir devlet adamı olarak bunun farkına herkesten önce varmıştı. Stalin'in 1953 Mart'ındaki ölümünden ve Soğuk Savaş'ın zirvesinden bile önce, Sovyetler Doğu Avrupa'daki bazı bölgelerinden geri çekilmeye başlamışlardı. Stalin 1948'de Tito'yla ilişkisini kesmeyi tercih etmiş, ama Yugoslavya'ya askerî müdahalede bulunacak kadar da ileri gitmemişti. Aynı yıl (bana göre bu daha önemlidir), askeri becerilerine saygı duyduğu Finlandiya'yla bir anlaşma imzaladı ve bu ülkeye Doğu Avrupa'daki diğer ülkelerin aksine bir nebze bağımsızlık tanıdı. (Finler akıllıca davranarak komşuları İsveç'e NATO üyesi olmamasını öğütledi.) 1948'de daha sonra, Sovyetler şehri bir tür ablukaya alıp Batı Almanya'yla kara ulaşımını büyük ölçüde kesmek suretiyle Batı Berlin'deki Batı varlığını kısıtlamaya ya da tamamen yok etmeye çalıştılar. Batılı Güçler, özellikle de Amerika, buna Batı Berlin'i hava yoluyla başarıyla ikmal ederek yanıt verdiler. 1959'da Sovyetler Berlin ablukasına son verdi.
Sayfa 157 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Stalin lehine söyleyebileceğimiz bir şey vardır: O -II. Dünya Savaşı sonrasındaki on yıllar boyunca kabul gören yaygın görüşün aksine- çok hırslı bir adam değildi. Bunun sebebi mütevazılığı değil, büyük ihtimalle köylülere özgü gerçekçiliğiydi. 1941 Aralık'ının ortasında Churchill'in dışişleri sekreteri Anthony Eden Moskova'ya uçtu. O sırada Kremlin'in bazı pencereleri, yirmi beş kilometre uzaktaki Almanların top ateşi sesleriyle zangırdıyordu. Başka önemli meselelerin yanı sıra Hitler'den de söz ettiler. "Onun sorunu," dedi Stalin, "ne zaman duracağını bilmemesi." "Kim biliyor ki?" diye sordu Eden. "Ben," dedi Stalin.
Sayfa 131 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Churchill. Tabii ki onu da sebep olduğu olaylarla değerlendiriyoruz. 1945'te II. Dünya Savaşı'nı o kazanmadı. Ama 1940'ta kaybetmeyen oydu. İşte onun tarihî önemi de budur. Buna ayrıca tarihsel öngörüsünün çarpıcı olduğunu da eklemeliyiz. Hitler'in ne anlama geldiğini belki de herkesten önce gördü. Sonrasında, Hitler'i
Sayfa 130 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Hitler aslında II. Dünya Savaşı'nı istemiyordu, özellikle de İngiltere'yle savaşmayı. Korkutucu basitliği ve sonuçta da yenilmesine sebep olan şey, nefret eğilimi ve nefret propagandası yapmanın halk üzerinde etkili olduğunu fark etmesiydi. Birçok erken dönem siyasi konuşmasında bunun kanıtları vardır. Yahudiler hakkındaki fikirlerine de yansıyan bir ikiliktir bu: 1919'da belirginleşen kendi Yahudi düşmanlığı ve bundan daha da önemlisi, antisemitizmin popüler bir araç olabileceğini ve hatta olduğunu fark edişi. II. Dünya Savaşı bunun kanıtlarıyla doludur. Evet, Hitler Alman politikasını Yahudileri sürmek yerine yok etmek olarak değiştirmişti; ama bu duruma dair kayıtlar sunulduğunda onlarla ilgilenmiyordu. 16 Nisan 1945'te halka yaptığı son konuşma çok şey anlatır. Stalin'in ne Yahudi yanlısı ne de dogmatik bir komünist olduğunu çok iyi bilmesine, hatta ona hayran olmasına rağmen, "Yahudi Bolşevizmi"nin altını çizmiş ve şiddetle eleştirmiştir. Ayrıca daha Kasım 1941'de savaşı artık kendi istediği şartlarda kazanamayacağını anladığını görmüştük; sonrasında, rakiplerini bölmeyi ummuştu, böylece içlerinden biri onunla bir anlaşma yapmak isteyecekti. O maalesef bir devlet adamına özgü becerileri de olan bir milli ve askerî liderdi. Düşmanlarını bazen hafife alıyordu ama kendini almıyordu; insanlığa büyük zarar vermiş tarihi bir figür olduğuna göre biz de onu hafife almamalıyız.
Sayfa 130 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
Reklam
245 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.