Büyüklerle ben yapamıyorum çocuklarda almıyor beni oyunlarına devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim açılamıyorum sana
Bir kez olsun çıkmazken ağzından seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara
Son karesi gibi Red Kit'in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgâr çekiştiriyor atkımı
Yedi kova su yeterliydi
sıvas'taki ateşi söndürmek için
oysa her biri
devlet dairesindeki kovaların
üstüne yazılı
altı harfli bir sözcüktü yangın
Yedinci kova
...........
...........
Tutuşunca Madımak Oteli'nin perdesi bir kez daha kundaklandı umudumuz yürümeyi öğreteceğiz ona
sonra yeniden koşmasını
masal olmadığını söylüyor
güzel günlerin
Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi
Denize doğru inen bir sokaktır ülkem düz değildir taşları
ayakkabılarını bağlamadan
peşinde koşarken bir martının
ipe takılıp düşer
özgürlüğün eve avluya sığmaz çocukları
Başımızdaki şapka bireysel
şemsiye sosyalist yanımızdır
ve tek şartı
ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin zor da olsa yürümektir
rüzgâra karşı
Telefon santralleri
beni sana bağlar sevgilim
nükleer santraller ölüme
gökyüzünün nerede olduğunu soran
bir vapur dumanına
yanıt veremiyor hiç kimse
Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tutulan
Ne kalem kılıçtan
ne kılıç kalemden üstün olsun öğrensinler birlikte yaşamayı
örneğin kalem
aşk şiirleri yazsın
ve köreldikçe kılıç yontsun....
Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna
Eşine az rastlanır bilgi dağarcığıyla yetinmeyen araştırmacı ruhu da içimizdeki öğrenme ateşini körüklüyor.
"62 Tavşanı"nda Akın her zamanki gibi açık ve dost ve duyarlı, İstanbul'da Kızkulesi'ne bakarak, ailesini ve aşkı anlatıyor. Kitabın sonunda Sunay Akın ' ın şiir tarzı ile ilgili şiirli bir yorumu var . Güzel bir kitap.