Bugün Anadolu'da kökeni Şiîliğe dayanan ama Alevî-Bektaşî olarak bilinen toplum için Şia ve Caferî kimliği günümüze kadar kesintisiz şekilde kullanılagelmiştir. Şia ve Caferî isimleri de bu topluluklar tarafından her zaman kullanılmıştır. Durum öyle bir hal almıştır ki Şialık, Kızılbaşlık, Haydarîlik, Bektaşîlik, Caferîlik aynı anlamda kullanılmış, bu kavramlar birbirini karşılamıştır.
Bunu anlamak için fazla gerilere gitmeye gerek yok. Alevî ozanlarından 19. asırda yaşayan ve asıl adı Raşit Ali olan Kemterî şiirlerinde Caferîlik, Kızılbaşlık, Şialık, Bektaşîlik, Haydarîlik kavramlarını hep aynı anlamda kullanır. O hem Şiî'dir, hem Caferi'dir, hem Bektaşî'dir, hem Kızılbaş'tır, hem Haydarî'dir...
(...)
19. asrın sonlarına doğru Alevîlik kavramı tarihi kullanılış biçiminden sıyrılarak, yani Hz. Ali'nin soyundan gelen insanlar için değil, Kızılbaş ve Bektaşî toplulukları ifade etmek için kullanılmaya başlanır. Ama Alevîlik, Şialık ve Caferîlikten ayrı bir anlam taşımaz.
(...)
20. asırda da durum fazla farklı değildir. Alevî olarak adlandırılan topluluklar yine kendileri için Şiî, Caferî kimliğini kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bu kimlik vurgusu, Alevîlerin sesi olan ozanlanında da görülür.
(...)
1942 senesinde vefat eden Şeyh Baba Şevket Süreyya, “Tarikat-ı Aliye-i Bektâşiyye” adlı kitabında Bektaşîliğin, Caferî mezhebine bağlı olduğunu tekrar etmiştir.