Kozmik ölçek itibariyle Mars’ın yanı başımızda olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsanlı bir uçuşla 9 ay, insansız bir uçuşla 7 aya yakın bir varış süresi olsa da uydumuz Ay’ı saymazsak kendi gezegenimizden sonra üzerine ayak basabileceğimiz en yakın gezegen olan Mars’ın cazibesine pek çok nedenden ötürü karşı gelmek zor. Evet Venüs de yılın bazı dönemlerinde Dünya’ya çok yaklaşıyor ama gezegenimizin bu zehirli ikizi bizim için çok daha zorlu bir hedef. Mars’ın Dünya ile gösterdiği benzerlik epey şaşırtıcı. Bunları alt alta koyup topladığımızda daha önce Kızıl Gezegen’de de tıpkı Dünya’da olduğu gibi su hatta yaşam olabileceğini düşünmeden edemiyor insan. Mars’ı ikinci bir Dünya haline getirmenin uzun vadede bile mümkün olmadığını biliyoruz. Fakat bu, oraya bir üs ya da kısa süreli yerleşim bölgesi kuramayacağımız anlamına gelmiyor. Hatta destekçilerinden birinin Elon Musk olduğu bir Mars şehri projesi yarışmasındaki finalistler arasında, önümüzdeki 100 yıl içinde Mars’ta yerleşim bölgesi kurulabileceğini öngören modeller bile vardı. Diğer yandan Mars’taki araştırmalarımızın temel motivasyon kaynağı oraya yerleşmek değil elbette. Mars’ı çalışmamız, kendi gezegenimizi daha iyi anlamak ve genel olarak kozmoloji açısından bize inanılmaz derecede önemli ipuçları sağlıyor. Mars’ta mikroskobik yaşam kalıntıları bulmamız tabii ki şok edici bir bilimsel kazanım olur fakat bulamamamız durumunda kimsenin üzüleceğini sanmıyorum. Zira Mars bize sürekli olarak o kadar değerli bilgiler yolluyor ki.
