".....Gerçi milli hareket başının Ankara'da ne kadar sade yaşadığını biliyordu.Fakat, bu sadeliğin derecesini kendi gözleriyle ölçerken bir mucize karşısında gibi hayret ve heyecana düşmüştü.Ne! Bütün dünyanın kendisinden bahsettiği Adam, bu kayaların dibindeki taştan kulübede mi oturuyor? Genç kadının gözleri önünde, Londra'da Westminster Sarayı'nın Paris'te Elysée'nin, Washington'da Whitehouse'un resimlerde gördüğü muazzam ve muhteşem silüetleri tecessüm etti.Bunların yaldızlı tavanları altında, belki şu dakikada, şu kulübede oturanın adı söyleniyordu.Bu kulübenin sahibi mi?Mustafa Kemal Paşa şüphesiz o bile değildi.
"Çalışmak, çalışmak. Bir şeye yaramak, bir şeye yaradığını hissetmek, işte, yaşamanın yegâne manası," diyordu ve böyle düşünürken bütün kederlerini, hayal inkisarlarını, iç sıkıntılarını unutuyordu.
"Avrupa medeniyeti. Bu Avrupalı'nın uydurduğu yüz bin yalandan biridir yuh bize ki kendimizi bildiğimiz günden beri bu yalana bir nas [kesin kanıt] gibi inanmışız. Yalan, yalan,yalan... Avrupa bir yırtıcı-kuşlar yuvasıdır ve onun karşısına ancak tepeden tırnağa kadar silahlanmış olarak çıkılır.
Bazı milliyetçi gazeteler, "Türk milletinin kalbi Ankara'da çarpıyor,"demekle çok doğru bir vakıayı ifade etmiş oluyorlardı. Bu bir edebiyat değil, bu bir mecaz değil, bu, aka ak, karaya kara demek gibi reel bir şeyi ifade ediyordu.