Kimse hikâye yazmasını, mısra düzmesini aklından geçirmiyordu. Bu yeryüzüne yaşamaya, sevmeye, sevilmeye gelmişlerdi. Delikanlılar genç kızları, genç kızlar delikanlıları düşünüyor, seviyor, öpüyorlardı. Birbirlerine gülüyor, el sıkıyor, dans ediyor, vapurlarda, tramvaylarda sevinç içinde gidiyorlardı. Başka bir dertleri yoktu. Öteki insanların derdi, aşkı, üzüntüsü, düşüncesi onları hiç ilgilendirmiyordu. Kendi sevinçleri, acıları onlara yetiyordu. Bir biz, ufacık kalemin ucundan bir âlem yaratan Sait, ıslık çalıp dalgın dalgın düşünen Kenan, boş yere seni hatırlayan ben ve bizim gibiler, onların, bu her şeyden habersiz insanların dünyasını yaşamaya çalışıyor, bu insanlara taze şeyler söylemek için üzülüyor, kendi derdimize bütün insanların üzüntüsünü de yüklemeye çabalıyorduk.
...Sen de bu gidip gelen insanlar gibi, yeryüzü üstünde yalnız kendi sevinci ve üzüntüsüyle yetinen bir insan ararsın. Senin istediğin, bu güzel mayıs gününde taranmış saçları, ütülü giysisiyle caddelerde dolaşan, kendisi için gülen, kendisi için ağlayan, herhangi bir insandır. Bizim gibi çarpık masa başında, loş bir köşede, temiz kâğıtları kirletenler değil!