İpek ve İrem, iki kardeş...
Annelerini çok küçük yaşta kaybeden ve üvey anneleri ile büyüyen iki küçük çocuk...
Şiddet ile çocukları hizaya getirmeye çalışan hasta ruhlu ve bir o kadar sevgisiz, aciz; onların masumiyetine el uzatacak kadar acımasız bir baba...
Tüm bunların birleşmesi ile ortaya çıkan bu romanı okurken yeri geldi çok zorlandım, sebebi ise henüz çok küçük yaşta olan bir kız çocuğunun sırf "mutfak" kelimesini doğru telaffuz edemediği için babasından altını ıslatacak kadar dayak yemesiydi. Tabii bu ilk korku anları ve ilerleyen yıllarda artarak devam edeceğini bilmeden, annesine olan özlemini kendinden bir kaç yaş büyük ablası ile gidermeye çalışmasının ona bir faydası olmayacağını çünkü daha fazla şiddeti ablasının gördüğünü keşfetmesi ile sevgiye olan açlığın onun küçücük yüreğinde çıkardığı yangının çoğalarak kendisi ile büyüyeceğini bilmemesiydi...
Bir kız çocuğunun ileride bir kadın, bir anne adayı olacağını ve sağlıklı, topluma faydalı nesil yetiştirmesi gerektiğini babası hiç bir zaman fark etmeden, onun büyüyen dallarını keserek cezalandırması inanılır gibi değildi...
Bir kız çocuğunun büyüme evresinde; sevginin, güven duygusunun öneminin geleceğin kadını olmasında ne kadar önemli olduğunun, giyiminin, konuşmasının, tavır ve davranışlarının sürekli eşleştirilmesinin, hor görülmesinin ve birey olduğunun unutulmuş olmasının toplumdaki yerini sorgulatan yazar, sevgisizliğin ne derece yıkıcı olduğunu, en güvenilecek kişi olan baba figürünün gelecekte bir kız çocuğunun hayatında nasıl yaralar açacağına değinerek, kadınların kendini keşfetmesini ve her yıkıldıklarında tekrar tekrar ayağa kalkmaları gerektiğini kaleme almış...
Konusu ne kadar zor olsa da sonunu okurken, İrem'in azminden dolayı mutlu oldum.
Ya İrem kadar cesur olmayanlar?
Onlara toplumun her kesiminde rastlamak hala can yakıcı...
Umarım yazar Mehtap Koçal bu eseri ile karanlıkta kalmış nice İrem'lere ay ışığı olur...