yüksek nihilizm mürşidi bazarov ile müridi arkadi'nin eğlenceli, dramatik, ibretlik hikayesi. turgenyev'in kalemiyle hayat bulan karakterlerin hepsi o kadar gerçekçi ki kitap bittiğinde, uzun yıllar oturulan semtten taşınmışçasına bir garip hissettiriyor.
kitabın ana karakteri bazarov, kendi tanımıyla bir 'nihilist'. ama bu tanımdan bile memnun değil aslında. tanımlamalar onu deli ediyor... onun nihilizme yönelişi kendiliğinden olmuş gibi biraz. yani, yola 'ben nihilist olmalıyım' diye çıkmamış, yoldayken keşfetmiş ne olduğunu. bazarov kendini çok iyi tanıyor ve bence bu, onun laneti. savruk yaşamını düzene koymak için uğraşmaması da bu yüzden.
arkadi ise aslında gelenekselci, sakin, düz bir genç adam. bazarov'a özenerek yöneldiği ne varsa yüzüne gözüne bulaştırıyor. bir vakitler hayran olduğu bazarov'un arkasından dolaplar çevirmeye kalkışıp, iyice kepaze hallere büründüğünde, yavaşça sokulup şöyle demek istiyorsunuz: 'köyüne dön, oğlum arkadi.'
ve asıl ortalığı karıştıran güzel/zengin/asil/dul hanımlara da değinmek gerekiyor. zaten kafası karışık, kimlik bunalımında olan gençlere 'siz, siz...' diye hitap ederek, güya mesafeli davranıp, her fırsatta göz süzen, ortamlarda mis kokular saçan bu hanımefendiler nereye varmak istemektedir? yılanın başı olabilirler...
sonra ah, o geride unutulup kalmış ihtiyar ebeveynler... bazarov evden gidince babası: "şu parmağım gibi bir başına kaldım, şu parmağım gibi bir başına..." diyor. bu cümleyi yirmi dört yıl sonra, hasta yatağındaki turgenyev'in de söylediğini öğrenmek kalbimi acıttı.