Duygular doğuştan gelmiyor, ancak insanın daha temel özellikleri aracılığıyla üretiliyor. Evrensel değiller ve kültürden kültüre değişiyorlar. Dışarıdan tetiklenmiyorlar; onları siz yaratıyorsunuz. Vücudunuzun fiziksel özelliklerinin bir kombinasyonu olarak ortaya çıkıyor. Beyniniz o kadar esnek ki içerisinde yetiştiği kültüre ve çevreye göre kendini hızla şekillendiriyor. Duyguların da bir gerçekliği var; ancak bu gerçeklik, moleküllerin ve nötronların var olduğu gerçeği gibi değil. Duyguların gerçekliği de paranın gerçekliğine benzer bir yanılsamadan ibaret: Nasıl ki para dediğimiz şey insanların anlaşmasının bir ürünüyse, tıpkı öyle!
Çevremizde herhangi bir şey yaşandığında duygularımız, sanki biri bir düğmeye basıyormuşçasına otomatik olarak harekete geçer. Duygularımızı gülümseyerek, surat asarak, kaşlarımızı çatarak veya herhangi birinin kolayca anlayabileceği diğer karakteristik şekillerde yüzümüz aracılığıyla ifade edebiliriz. Duygularımız kahkahalar, çığlıklar ve bağırışlar ile sesimizden ko- layca ayırt edilebilir. Vücut duruşumuz da her mimik ve hareketiyle duygularımızı ele verir.
Bir şeyler uydurun, uydurduğunuz şeye bir isim verin ve tebrikler, bir kavram yarattınız. Bu kavramı başkalarına da öğretin ve onlar da sizinle aynı fikirdeyse tebrikler, gerçek bir şey yarattınız.
Papua Yeni Gine’de yaşayan Berinmo halkı, 600 nanometrede yansıyan ışığı kahverengimsi olarak tecrübe ediyor, çünkü Berinmo halkının sahip olduğu renk kavramları ışık spektrumunu farklı bölümlendiriyor.
Kendi oluşturduğumuz algılar da dünyaya ait birer fotoğraf gibi değildir. Hatta Vermeer'in tabloları gibi fotoğraf kalitesinde yapılmış resimler dahi değildir. Daha çok Van Gogh'un veya Monet'in eserlerine benzerler. (Veya çok kötü bir gün geçiriyorsanız, belki de Jackson Pollock eserlerine benzeyebilir.)
Hissettiğiniz her şey, sahip olduğunuz bilgi birikimi ve geçmiş deneyimler ile yapılan tahminlere dayalıdır. Deneyimlerinizin mimarı gerçekten sizlersiniz. İnanmak hissetmektir.