Beyoğlu'nda Gezersin, Nazlı Eray'dan okuduğum ilk kitap. Benim açımdan bu romanın farklı bir havası olduğunu söylemeliyim. Gerek üslup gerek muhteva bakımından bu tarz bir eser okumamıştım. Yazar kendi penceresinden giriyor olaylara. Farklı karakterlerin iç dünyalarını bize sunuyor. Şunu söylemeliyim ki olay örgüsünü algılayabilmek ve içselleşirebilmek için sayfalarda epey ilerlemem gerekti. Fakat sonrasında her şey yerine oturdu. Aslında burada odaklanılan husus ana olaydan ziyade birbirinden farklı lakin birbiriyle ilintili yaşamların özü. Bu, romana mistik bir ruh katmış. Üslup açısından kolay ve akıcı ilerleyen bir metin. Yine de bize anlattıkları biraz dolambaçlı. Sanırsam romanın lezzeti de buradan geliyor. Yerinde bir polisiye tadı verdiğini de ifade etmeliyim. Kendi yaşamımızda kendimizi konumlandırmakta güçlük çektiğimiz dönemlerde okuyabileceğimiz bir eser.
Öncelikle çok ilginç bir kitap olduğunu söylemek istiyorum. Konuya hakim olmak çok zordu çünkü kitabın başında anlatımı çok farklı çok karmaşık geldi, sonra alıştım. Gerçek kişiler gerçek mekanlar kullanılmış, kişilerin gerçek hikayeleri mi yoksa kurmaca hikayeler ile mi romana eklenmişler bilmiyorum ama hoştu. Polisiye, anı, psikolojik karma bir romandı hepsinden ögeler taşıyordu. Herkesin ilgisini çekmeyebilir okurken çok yoruldum bazen sıkıldım bence fena değildi.
Çarpıcı bir dünya... Nakşibendi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi, Madam Tamara, Ulvi, çılgın aşık bozacı Naki, ünlü bir doktor; 1958 Beyoğlu cinayetinin hala çözülmemiş gizemi, bu dünyayı gerçek hayattan ayıran sessizliği ve yıpranmış mezar taşlarıyla Eyüp sırtları, şehit teyyareci Fethi Bey, Markiz Pastanesi ve İstiklal Caddesi... Tüm bunların izini süren kahramanımız... Bambaşka bir dünyanın kapılarını açılıyor, içine girdikten sonra da ağır ve kalın kapılarını usulca kapatıyor.