Algının beyinde oluştuğunu artık hepimiz biliyoruz. Algılanan beyin de nesnenin kendisi olmayıp bu nesneden gelen bilgilere dayanarak beynin kendi oluşturduğu bir simülasyon olduğunu da biliyoruz. Beyin bu simülasyonu oluşturmak için yalnızca gözlerden değil, tüm duyu organlarından gelen bilgilerden ve hatta belleğinde depoladığı deneyimlerinden yararlanır. Beethoven'in sonatını ilk kez duyan bir insanla daha önce defalarca duymuş bir insan elbette bu sonatı farklı algılayacaktır. Ancak beyin farklı kanallardan gelen tüm bu bilgilere karşın, oluşturduğu simülasyonun yaratıcılığın görsel sisteme atfeder. Dışarıda farklı renklerde, şekillerde ve uzaklıklarda her şeyin yerli yerinde göründüğü durağan bir dünya bulunduğu ve doğrudan bu dünyayı algıladığımız yanılsaması, görsel sisteme ait bir yanılsamadır. Nitekim dışarıya açılan penceremiz burnumuz ya da kulaklarımız değil, gözlerimizdir!
Daniel Dennett, bilincin biyolojik bir gereksinim olarak ortaya çıkan, sosyal ve kültürel etkenler tarafından belirlenen son derece karmaşık bir inançlar bütünü, dev bir yanılsama olduğunu ileri sürmektedir.