Öncelike tüm doğa tasvirleri için yazara minnettar olmamak elde değil. Tarlaların içinde olan biteni, Joseph’in ağacıyla kurduğu ( pagan inancına kayan) bağı, okyanustan sonra ne olduğu, tepeleri ve ovaları… Şehirde yaşamanın verdiği bezginlikten bi nebze olsun kurtarıyor betimlemeler bizleri. Onun dışında olay örgüsüne gelecek olursak da Joseph’in babasının yaşadığı yerleri terk etmek istemesi ve harekete geçmesiyle başlıyor her şey. Elizabeth’e aşık olup evlenmeleriyle değişen yaşamları, çiftlikte yaşanan ölümler ve dahası. Kitapta zaman zaman hayal kırıklarım oldu sebebi ise karakterlerin acımasız ve bi noktada ruhsuz gibi davranmalarıydı. Ölümler olduktan sonra çok çok kolay hayatlarına devam edebildiler ve bu beni rahatsız etti açıkçası. Yas tutabilmeli insan diye bir söz vardır. Anılarına ve o insana saygındır bu . Neyse. Joseph’in ağaca çocuğunu sunmak istemesiyle Hristiyanların onu uyarması haklı bir gerekçe tabi. Paganlar o şekilde sunarlardı bir şeyler putlara. Kısacası sürükleyici ve bol betimlemeli bir kitap. Ama en çok da “çam kokusu” ile buram buramsın “Bilinmeyen Bir Tanrıya”.