Bazen bir “an” gelir hiç tanımadığın bir insana tüm yaşamını anlatmak istersin.Ya da bazen öyle bi zaman gelir yaşamının hafızandan silinmeyen bir “an”ını seni anlayan biri ile paylaşmak istersin.Çünkü belki de o anı sen de böylesine kalıcı kılan bir tek sende kalmasıdır ve silmek istersin bu anın ayrıcalığını düşüncelerinden.
Zweig’in satırlarında da bir an geliyor ve Mrs.C bu anın yorumlanışında tarafsız,içten,önyargısız bir sese yaşadığı 24 saati anlatma ihtiyacı duyuyor.Bir otelde ansızın evli ve çocuklu bir kadın olan Madam Henriette yeni tanıştığı genç aşığı ile ortadan kaybolur.Herkes acımasızca eleştirirken kalabalıktan bir ses farklı çıkar ve der ki;
“Herkesçe malum olaya, bir kadın yaşamının bazı anlarında, kendi iradesi ve denetimi dışında gizemli güçlerin etkisinde kalır şekilde olumsuz yaklaşmak, aslında yalnızca kendi içgüdümüze ve doğamızın şeytani yönlerine karşı duyulan korkuyu ifade ediyor.”kolayca baştan çıkarılanlara “göre kendini daha güçlü daha akıllı ve daha temiz hissetmek bazı insanlara haz veriyor olmalı. Diğer yandan ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışıla geldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum”
İşte bu sesi kendine yakın bulur Mrs C. ve anlatmaya başlar,onu sarsan tutkularını harekete geçiren o 24 saati.