Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Kızılordu'dan Kafkas Milli Lejyonuna

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları

Cabbar Ertürk

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları Hakkında

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
0/10
0 Kişi
4
Okunma
1
Beğeni
642
Görüntülenme

Hakkında

2. Dünya Savaşı’nın en şiddetli günlerinde Hitler Almanya’sının Sovyetler Birliği’ne yönelmesi, milletler meselesiyle uğraşan Stalin için tam anlamıyla bir kurtuluş oldu. O güne dek silah dahi verilmeyen Müslüman ve Türk halklarının 18-65 yaş arası erkekleri Almanlara karşı savaştırılmak için acele bir kararla askere alınıp cepheye sevk edilirler. Nitekim asker sayısı 7 milyona varan Sovyet Kızılordusu içindeki 1 milyon 700 binden fazla Kazak, Kırgız, Özbek, Karakalpak, Tatar ve Azerbaycan Türk’ü kısa sürede Almanlara esir düşer.<p> 2. Dünya Savaşı’nda çarpışan milyonlarca Türk’ün dokunaklı macerası bugüne kadar hiç yazılmamıştı. Kendisini 10 Ağustos 2004’te ebedi aleme uğurladığımız Cabbar Ertürk Bey, bu çarpıcı trajediyle ve bu hatıralarla okuyucuyu ilk defa karşı karşıya getiriyor. (Arka kapaktan)
Tahmini Okuma Süresi: 12 sa. 11 dk.Sayfa Sayısı: 430Basım Tarihi: Şubat 2005Yayınevi: Turan Yayıncılık
ISBN: 9789757893412Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Yazar Hakkında

Cabbar Ertürk
Cabbar ErtürkYazar · 1 kitap
Cebbar Ertürk’ün Göheroğulları adı ile anılan ataları XXVII. yüzyılın başlarında Karabağ’dan gelerek Türkiye’nin siyasi sınırları yakınlarına yerleşmişlerdir. Babası Göheroğlu İbrahim annesi Gülüş Hanım’dır. 1915 yılında Erivan’ın 8 km güneyinde bulunan Haçaparak köyünde doğmuştur. Köylerinin Zengi çayından sulanan ovasında her çeşit meyve ile birlikte, çeltik, buğday ve pamuk yetiştirilmekte idi. Babası milli duygulara sahip mütevazı bir vatandaş olmasına rağmen Stalin dönemi kırgınından kendisini kurtaramamış, 1937 yılındaki hapsinden sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştır.[2] 150 hanelik köylerinin Oğuzların Kaçar boyuna bağlı olduklarını belirtmiştir.[3] Annesi 1983 yılına kadar yaşamıştır. 1955 yılından itibaren senede bir iki mektup yazarak ailesiyle haberleşmesini sürdürmüştür. Ondan yedi yaş küçük olan erkek kardeşi Esed, kız kardeşleri Zehra ve 1932 doğumlu Rübabe ile 1990 yılından sonra irtibat kurmuştur. Onlarla tekrar görüşme imkanı bulmuştur. Bu kardeşleri Ertürk’ten önce vefat etmişlerdir. İlk öğrenimini köyünde yapmıştır. 1926 yılında köylerine yakın olan Karakışlak ve Albat köylerinin arasında yapılan ve Nerimanov’un adının verildiği ortaokulu 1929 yılında bitirdi. Erivan’da açılan Ziraat Teknik Lisesi’ne imtihanla girip, üç senelik liseyi başarılı bir şekilde iki yılda bitirmeye başarmıştır. 1933 yılında Bakü’ye giderek imtihana girmek suretiyle Edebiyat Fakültesi’ni kazanmıştır. Babası ve okumuş bir kişi olan dayısı fen alanında eğitim yapmasını istiyorlardı. Başarılı olma şartıyla aynı üniversitenin Kimya Biyoloji Fakültesi’ne kaydını yatırdı.[4] Milli Eğitim Bakanlığı’na verdiği bilgilere göre doldurulan Sicil belgesinde ise Erivan Öğretmen Okulu’ndan mezun olduğu kaydı bulunmaktadır. Fizik dersi öğretmeni ve milli duyguları oldukça yüksek olan Kazanlı Rahmi Bey’in düşünce ufkunun genişlemesinde müspet tesiri olmuştur. 1937 yılında fakülteyi bitirmiştir. Doktora yapmayı düşünmesine rağmen iki sene mecburi hizmeti bulunmasından dolayı Basargeçer kazasının Zod köyünde açılmış bulunan on yıllık okulun müdürlüğüne tayin edilmiştir. Adı geçen okulda bir sene çalıştıktan sonra Erivan’da açılan teknikuma tayin edildi. İki yıl burada ve yeni açılan yüksek öğretmen okulunda çalıştı. Okuldan mezun olduğu yıllarda Stalin’in Sovyetler bünyesindeki çeşitli milletlere mensup aydınlar üzerinde uyguladığı tasfiye hareketinin bütün şiddeti ile devam etmekte idi. O tarihe kadar Azerbaycan üniversitesinin dil ve edebiyat bölümlerinde ders vermekte olan öğretim üyeleri ile Sovyetler Birliği İlimler Akademisi Azerbaycan Şubesi’nin üyelerinin ekseriyeti kısa bir yargılama sonunda kurşuna dizilmiş veya Sibirya’nın buzlu steplerine gönderilmişlerdi.[5] II. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra 23 Haziran 1941 yılında askere alınarak Iğdır yakınlarındaki Rus birlikleri emrine verildi. Doktora yapmakta olması askere alınmasına mani olmamıştı. Rus ordusunda tahsiline mütenasip olarak yedek subay yapılmamıştır. Bulunduğu birliğin bütün komutanları başka milletlere mensuptu. Türklerde yüksek rütbeli subaya rastlamak mümkün değildi. Nüfusu oldukça az olan Ermenilerden mareşal rütbesi taşıyanlar bulunmakta idi. 8.10.1941 tarihinde cepheye sevk edilmiştir. Aras nehri sınırlarından alınarak Erivan’a doğru harekete geçirilmişlerdir. Bindikleri tren Bakü’ye yakın Balacari istasyonunda durduğunda ailesine bir mektup göndermiştir. 1955 yılına kadar ailesine bir daha mektup yazamayacaktır. Tren onları Kafkasya’da cepheye oldukça yaklaştırmıştı. 10 Ekim’de Ukrayna’da trenden indirilip yaya olarak savunma düzenine sokulmuşlardır. 14 Ekim günü Mariupul şehri yakınında Alman tarafından esir alınırlar. Esir kafilesi 120 km yaya yürütülerek Azak denizi kenarında bir esir kampına getirilir. Ekim ayından Ocak 1942 tarihine kadar iki yüz binden fazla esirin bulunduğu kampta soğuk ve açlıktan her gün yüzlerce esir ölmüştür.[6] Türk asıllı askerlerden dövüşmeyi reddederek Alman tarafına geçenlerin sayısı oldukça fazla idi. Almanlar Türklerin bu jestinin önemini idrakten uzaktı. Bütün eserleri aynı kamplara doldurdular. Kamplarda açlık ve bulaşıcı hastalıklar kısa sürede mevcudun çoğunluğunun kırılmasına sebep oldu. Sağ kalan az sayıdaki Türk eser arasında bulunan Ertürk daha sonra teşkil edilen Türkistan lejyonuna seçildi. 1942 yılı Mayıs ayında Berlin’e gönderildi. Berlin yakınlarında Rus olmayan milletlerden müteşekkil askerlerin bulunduğu bir kampa teslim edildi. Ertürk, hatıralarında Mayıs 1942 de kampa katılmasından bir hafta sonra özel seçilen gruba dahil edilerek Alman ordusunun özel bir birliği olarak Kuzey Kafkasya’ya gönderilerek Beştau bölgesine ulaştıklarını yazmıştır.[7] Bu konuda yazılan eserlere temel teşkil eden Mühlen, bu tip özel faaliyetlere bölgede yetişenlerin seçildiğini, Azerilerin dahil edilmediğini kaydetmektedir. [8] 1943 yılı sonlarına kadar, Kafkas, Kırım ve Ukrayna cephelerinde vuruştu. 1943’te yaralandı ve tedavi için Viyana’ya gönderildi. Berlin’de teşkil edilen Türk komitelerinde görev aldı. Azerbaycan Milli eğitim ve basın işleriyle ilgilendi. Savaşın sonuna kadar bu vazifede kaldı. Ertürk, temsilcilikteki vazifesi sırasında Berlin’de yaşayan Türk kolonisi arasından tanıdıkları hakkında bilgi vermiştir. Savaşın Almanların yenilgisiyle sonuçlandığının anlaşılmasından sonra 22.4.1945 tarihinde komite üyesi bazı arkadaşları ile birlikte Berlin’i terk etmiş, İtalya’ya doğru yola çıkmışlardır. Alman makamların yardımlarıyla kuzey İtalya’da bulunan kuvvetlere askeri malzeme taşıyan bir kamyona binerek 6 gün sonra Güney Tirol’ün Bozan şehrine ulaşırlar. Buradan önce Milano’ya ve kındaki daha sonra yakındaki Bergama şehrine vardıklarında Amerikan birliklerine teslim olurlar. 1945 yılı sonunda serbest bırakılarak göçmen kamplarına gönderilirler. 1946 yılı başında serbest göçmen olarak İtalya’nın Bari şehrine oradan Santa Maria şehrindeki göçmen kampına yerleşirler. Bütün yazı deniz kenarındaki geçirirler. İngilizler Amerikalıların aksine onlara daha sert tavır alarak hepsini toplarlar. Onları Sovyetlere teslim edilmesi tehlikesi beklemektedir. 1947 yılı ilkbaharında Rişşien şehrinde bir İtalyan esir kampına gönderilir. Türk kimliğini gizlemek mecburiyetinde kaldı. Aksi takdirde Sovyetlere teslim edilecekti. Kendilerini Türkiyeli Türkler olarak tanıtmak durumunda kaldılar. Başarılı olunca Adriyatik kıyılarındaki Rimini şehrindeki İngiliz esir kampına konuldu. 1946 yılı Aralık ayında buradan serbest kampa gönderildi. 1947 yılında, İtalya’ya gelen bir Mısır prensi ile görüşen Türk esirler Türkiye’ye kabul edilmelerine kadar Mısır’da barındırılmalarını talep ettiler. Talebin kabul edilmesi üzerine Ertürk’ün de içinde bulunduğu 123 kişilik ilk kafile Ekim 1947 de İtalya’nın Napoli şehrinden gemi ile Mısır’a gitti. Ertük Mısır’da iki yıl kaldı. İlk aylarda kaldıkları askeri kışlada iaşe edildiler. Bir müddet sonra ayda 5 Mısır lirası para vererek yemek yardımı kaldırılır. Giderek bulundukları kampta sefalet ile karşı karşıya kalırlar. Ertürk, 1949 yılı Kasım ayına kadar Türkiye’nin Kahire Başkonsolosluğu’nda çalıştı. Buraya gelenlerin Avusturalya’ya gönderilmeleri tehlikesinin belirmesi üzerine o zaman ki başkonsolosun himmetiyle kafile 1949 yılının sonlarında Türkiye’ye gönderildi. Ertürk’ün verdiği bilgilere göre Sançar tarafından yazılan makaledeki bilgilerle Bakanlık sicil dosyasındaki vesikalar bazen çelişmektedir. Bu tenakuz Türkiye’ye geliş tarihinde de karşımıza çıkmaktadır. Savaşın bitiminden sonra geçirdiği heyecan dolu korkulu yıllardan sonra, sıkıntılı günlere geride bırakmış 24.2.1949 tarihinde Türkiye’ye gelmiş, T.C. vatandaşlığına geçmek üzere 2.12.1949 tarihinde müracaatta bulunmuştur. Diploma denkliği için gireceği imtihanın zamanı gelinceye kadar Kahire’de tanıştığı Dağıstanlı Kerem Altay‘ın müdür olarak çalıştığı Çeltek Kömür İşletmeleri’nin bulunduğu Amasya yakınlarındaki Çeltek’te kışı geçirdi. Türkiye’de bulunduğu ilk yıllarda İstanbul velisi Fahrettin Kerim Gökay’ın yardımıyla Büyükdere’deki fidanlıkta tercüman olarak çalıştı. Gökay’a onu Atsız tavsiye etmişti.[10] Vatandaşlık müracaatı araştırma safhasında iken savaş esnasında öğrenim durumunu gösteren vesikaların zayi olması yüzünden diploma denkliğini yaptırmak üzere Ankara’ya gelerek Milli Eğitim Bakanlığı’na müracaat etmiştir. Tahsil durumunu gösteren resmi vesaiki ibraz edememesi üzerine beyana dayalı olarak Bakanlık İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde ilmi seviye tespiti yaptırmıştır. Biyoloji kültürüne sahip olduğu tespit edilerek Fen Fakültelerine denk bir öğrenim gördüğü Talim ve Terbiye Kurulu’nun 6.11.1950 ve 2-2050 sayılı yazılarıyla bildirilmiştir. Vatandaşlık müracaatı olumlu sonuçlanmış 2.9.1950 tarihinde resmen T.C. vatandaşı olmuş, 4.9.1950’de İstanbul , Eminönü ilçesi Kumkapı , Soğanağa mahallesi Abuhayat sok. No. 13’e kaydedilmiştir. Diploma denkliğinin kabul edilmesi ve vatandaşlık hakkını elde etmesinden sonra öğretmen olarak tayin müracaatında bulunmuş, 24.11.1950 tarih ve 31122 sayılı kararname ile Antalya Elmalı Ortaokulu Tabiiye yardımcı öğretmenliğine tayin edilmiştir. 160 lira ücretle tayin edildiği öğretmenlik görevine 2.12.1950 tarihinde başlamıştır. 1952 yılında aslen Sivaslı, Niğde 1921 doğumlu Ayşe Vecihe ile evlenmiştir. Bu evliğinden Ankara 18.04.1953 doğumlu Alparslan, Kayseri 23.12.1954 doğumlu Gülsüm, Kayseri 16.12.1956 doğumlu Türkhan, Muğla 2.6.1965 doğumlu Gülüş isimli çocukları dünyaya gelmiştir. Çocuklarının en büyüğü olan Alparslan kalp romatizması hastalığına yakalanmış, tedavisini sonuç vermemesi üzerine 24.9.1968 tarihinde lise öğrencisi iken Aydın’da vefat etmiştir. Oğlunun vefatı Atsız’ın neşrettiği Ötüken dergisinde ‘Afşin Sançar gibi hayatının 16. baharında veda etti’ ibaresiyle duyurulmuştur.[11] Eşinin çalışmaması sebebiyle çocuklarının tahsiline önem vermiştir. Okul dışı zamanlarında onların iyi eğitim almalarına gayret göstermiştir. Büyük kızı bir meslektaşı ile evlenmiş, uzun bir süre Aydın’da serbest eczacı olarak çalıştıktan sonra işini Muğla’nın Bodrum ilçesine bağlı Mumcular kasabasında nakletmiştir. Oğlu serbest doktor olarak Mumcular kasabasında çalışmaktadır. Doktor olan küçük kızı da bir meslektaşı ile evli olup Aydın’da görev yapmaktadır. Çocuklarından 5 torun sahibi olmuştur. Cebbar Ertürk, karşılaştığı büyük sıkıntılara göğüs germiş, hayatını düzene koyduktan sonra, aile fertleri ve az sayıdaki dostlarından meydana gelen dar bir çevre içinde uzun ömürlü bir hayat yaşadıktan sonra 10 Ağustos 2004 tarihinde tatil sebebiyle ve çocuklarının da bulunduğu Mumcular’da vefat etmiştir. Eşinin talebi üzerine aynı yerde toprağa verilmiştir. Aydın’da yaşadığım yıllarda tanıştığımda henüz emekli olmamış ileri yaşına rağmen çalışmakta idi. Emeklilik döneminde 70 yaşının üzerinde olmasına rağmen bisikletine binerek günlük alışverişini yaptığını, tatlı bir yokuş üzerinde bulunan mütevazı evine bu şekilde gelip gittiğini, yaşama ve mücadele azmine tanık oldum. ÇALIŞMA HAYATI İlk görev yerinde kısa bir müddet çalıştıktan sonra kadroya alınması sebebiyle görev yeri değiştirilmiş, 11.10.1951 tarihinde Urfa Lisesi’nde çalışmaya başlamıştır. Stajyerliği bu okulda kaldırılmış, nakil talebi üzerine 2.11.1953 tarihinde Kayseri Lisesi’nde göreve başlamıştır. Orta Anadolu’nun tarihi şehrinde ki çalışma dönemi yazı faaliyetine başlamasına vesile olmuştur. Aile kurması ve muhaceretin sıkıntılı yıllarını arkada bıraktıktan sonra öğrencilik ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği, Sovyet sisteminin kendisini kabul ettirmek için yerli münevverlere baskı uygulamasına tanık olmasından edindiği ilk tecrübelerini Türkiye kamu oyuna aktarmak ihtiyacını hissetmiştir. Stalin’in milli münevverleri tahrip etme planı olan represya uygulamalarının en kanlı örnekleri Azerbaycan’da görülmüştür. Azerbaycan İlimler Akademisi’nin başkanı olmak üzere çok sayıda okumuş kısa yargılamalar sonunda ölümü gönderilmiştir. Bundan önceki yıllarda da Azerbaycan’da yeraltında rejime karşı direnen Müsavat Partisi’nin kadrolarını tasfiye edebilmek üzere ziyalılar ve sade vatandaşlar arasında kitlevi tutuklamalar gerçekleştirilmiş, Sibirya’nın buzlu steplerine gönderilen sürgün kafileleri birbirini takip etmiştir. 28.9.1959 ile 10.9.1961 tarihleri arasında Mersin Lisesi’nde Tabiiye-Kimya, 16.9.1961 ile 29.11.1964 tarihleri arasında Bilecik Kız Enstitüsü’nde Tabiat Bilgisi, 30.11.1964 ile 11.3.1967 tarihleri arasında Muğla Lisesi Tabiat Bilgisi, 11.3.1967 ile 18.1.1968 tarihleri arasında Kütahya Simav Lisesi Tabiat Bilgisi öğretmeni olarak görev yapmıştır. 22.1.1968 yılında göreve başladığı Aydın Lisesi Biyoloji öğretmenliğinde yaş haddinin dolması sebebiyle emekli olduğu 4.9.1979 tarihine kadar çalışmıştır. Meslek hayatında en uzun süreli çalıştığı yer Aydın’dır. Çalışma ve yaşama ortamının elverişli olması sebebiyle Aydın’da yerleşmeye karar vermiş, emekli olmadan önce ev sahibi olmuştur. Meslek hayatı süresince milli meselelerle yakından ilgisini canlı tutması huzurlu bir çalışma ortamına sahip olamaması ve sık sık yer değiştirme meselesiyle karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur. Türk milli eğitiminin yönetici kadrolarının onun idealleriyle uyuşmayan fikri tercihleri, mesleğinin ilk yıllarında bizde ki çalışma ortamına intibakta güçlük çekmiştir. Öğretmenliğinin ilk yıllarında ana dili Azeri Türkçesi ile ders vermekte zorlanmış, zamanla şivesi düzelmiş, Rusça, Almanca ve İngilizce dillerine vakıf olmasının avantajı ile branşında seçkinliği ders teftişini yapan müfettişlerce takdir edilmesine zemin hazırlamıştır. Ders teftişini yapan müfettişler ile A Talim sicillerini dolduran amirlerinin teklifleri üzerine 1955-1956 ve 1970-1971 öğretim yıllarında Bakanlıkça Teşekkür ile ödüllendirilmiştir. Aydın Lisesi’nde görevli olduğu dönemde 18 Mart 1968 tarihinde düzenlenen Çanakkale Zaferi ile ilgili gecede gösterdiği üstün gayret, milli heyecan ve duygulanmalara vesile teşkil eden müspet tesirli çalışmalarda bulunması ve bu gecenin hazırlanmasında,yaşanmasında feragat göstermesi sebebiyle 4.4.1968 tarihinde Aydın Valisi tarafından Takdirname ile ödüllendirilmiştir. YAYIN FAALİYETİ Türkiye’ye yerleşme ve mesleğe başlama dönemindeki sıkıntılarının geçmesinden sonra kültürel alanda yazı çalışmalarına başlamıştır. Komünizmin sıkıntılarına bizzat şahit olması, ailesi ve yakın çevresinden fertlerin tasfiye edilmelerinin ruhundaki yansımaları bildiklerini, gördüklerini, yaşadıklarını kaleme almaya sevk etmiştir. 1950’li yıllarda başlayan soğuk savaş döneminde, yazdıklarının bilinmeyen demirperdeden gözlemlere dayanması alaka görmesini kolaylaştırmıştır. Bilhassa görev yaptığı Kayseri’nin kültür muhiti bu tür çalışmalara destek sağlayacak şartlara sahipti. Makaleleri İstanbul’da haftalık olarak neşredilen Ocak gazetesinde çıktı. Berlin’de çalışmalarını yakından takip ettiği Türkistan Milli Birlik Komitesi’nin Başkanı Veli Kayyum Han’ı eleştiren, hakkında ülkemizde dergi ve gazetelerde çıkan ender yazılardan belki de ilkini neşretti. Ocak aydınlar arasında düzenlediği ankete verdiği cevaplar neşredildi.Ocak’ta dönemin bütün Türkçü kalemleri toplanmıştı. Camiada ondan başka neşriyatını devam ettirmekte olan Türkçü yayın organı kalmamıştı. Ertürk, Kayseri’de görev yaptığı yıllarda kitaplarını neşrettikten sonra uzun bir sessizlik dönemi geçirdi. Yazılı basında imzasının görünmediği yıllarda bilhassa ülke güvenliğinin siyasi ve bölücü olaylarla sarsıldığı dönemlerde ki sohbetlerinde meseleleri yakından takip ettiği anlaşılıyordu. Bu dönemde ülke aydınlarını ümitsizliğe sevkeden hadiselere bigane kalmamış, düşüncelerini sistemli bir şekilde yazılı hale getirip daktilo edilmiş nüshaları ciltleterek devletin üst kademelerine göndermiştir. Bu tür kitap hacmindeki çalışmalarının sayısı fazladır. Bunların birer örneğinin kitaplığında mahfuz olması gerekir. Aydın’da yedi yıl kadar önce kendisini ziyaret ettiğimizde II. Dünya Savaşı hakkında kaleme aldığı daktilo edilmiş 20 sayfalık bir yazısını bize vermişti. Bu yazıyı bazı değişiklikler ile İstanbul’da neşriyata başlayan Orkun dergisinde neşretti. Makalelerin çıktığı tarihlerde özel bir TV kanalında Ertürk’ün de görev yaptığı Türkistan Ordusu ile ilgili bir program yapıldı. Bundan önce de haftalık bir haber dergisinde aynı konu ele alınmış, Ertürk’ün de bir resmi neşredilmiştir. Almanya’da Türkistan lejyonu sonra milli temsilcilikler tesis edilmiştir. Temsilcilikler arasında milli kongrelerini ilk olarak Azerbaycanlılar 6-9 Kasım 1943 tarihinde Berlin’de büyük bir debdebe ile yapmışlardır. Her temsilcilik kendi dergi ve gazetesini neşretmeye başlamıştır. Ertürk’ün, Berlin’de çalıştığı sırada komitenin organı Azerbaycan gazetesinde yazıları çıkmıştır. Ertürk, ayrıca vatanında askere alınmasından itibaren başından geçenleri hatıra-roman üslubu içinde kaleme almış, Ocak gazetesinde tefrika halinde neşretmiştir.Eserin kahramanı Turgay, Ertürk’ün kendisidir. Basılı ilk eseri Berlin’de bulunduğu yıllarda neşredilen Doğu Türklerinin İstiklal Mücadelesi’dir.Kayseri’de görev yaptığı dönemde hazırladığı eserler bastırma imkanı bulmuştur. Anayurtta Unutulan Türklük Üçüncü Dünya Harbinin Çanları Çalıyor mu?basılan diğer eserleridir. Türkiye Türkleri ve Anayurtta ki Türklerin Kurtuluşu isimli eseri hakkında Türkçü dostlarından Hikmet Tanyu, Arif Çivicioğlu müstearı ile bir tanıtma yazısı neşretmiştir.Ertürk’ün Kayseri’de basılan dördüncü eseri Türk Milliyetçiliği adını taşımaktadır.Emeklilik yıllarında bir şiir kitabı bastırmıştır. Kitap Atatürk’e duyduğu sevginin bir ifadesidir. Ertürk’ün bu kitabının arkasında basılacak eserlerinin bir listesi bulunmaktadır. Türklüğün Yaraları, Türk Milliyetçiliği II. Dünya Harbinde Rus Ordusunun Perişanlığı ve Almanların Hataları, Bugünkü Mısır, Çaldıran Zaferini Kime Karşı Yaptık?, İkinci Dünya Harbinde Doğu Türkleri isimli bu eserlerini herhalde tamamlama imkanı bulamamış olmalıdır. Kaleme aldığı hatıralarının ölümünden sonra basılarak düşünce hayatımıza kazandırılması takdir edilecek bir davranıştır. Öncelikle bu konuda emeği geçenleri kutlamak gerekmektedir. Ancak kitabı basıma hazırlayan sayın Erol Cihangir daha önceki benzer çalışmalarında takip ettiği yolu izlemekte beis görmemiştir. Kitap üzerinde fazla emek sarf etmemiş, istediği gibi tasarrufta bulunmuştur. İsmini kitabın önüne koymanın bedeli olarak biraz daha emek sarfederek daha düzenli bir metnin ortaya çıkmasını temin edebilirdi. Ertürk hatıralarını ilerlemiş yaşında kaleme aldığı için hafızasının yanıltmasıyla bazı hatalar yapmıştır. Editör Cihangir bu hataların düzeltecek yeterli bilgi birikimine sahiptir. Kitapta bilhassa II. Dünya Savaşı dönemi ile ilgili bilgilerde tashih edilecek kısımlar oldukça fazladır. Elbette bunlar kitabın özünü ve değerini azaltmaz. Önemli olan düzgün bir metnin ortaya çıkmasıdır. Gerek ülkemizde gerekse Sovyet egemenliğinden kurtulan Türk cumhuriyetlerinde II. Dünya Savaşı dönemi ile ilgili olarak neşredilmekte olan araştırma ve hatıra kitaplarının sayısı gittikçe artmaktadır. Geçmişte kalan hadiselerle ilgili olarak henüz söylenecek sözler bitmiş değildir. Her gün doğan güneş bizi yeni bilgilerle karşı karşıya getirecektir.