Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Kızılordu'dan Kafkas Milli Lejyonuna

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları

Cabbar Ertürk

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları Gönderileri

Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları kitaplarını, Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları sözleri ve alıntılarını, Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları yazarlarını, Bir Türk'ün 2. Dünya Harbi Hatıraları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Amerikalılarla, İngilizler Kızılordu mensubu olanları (askerler), sorgusuz sualsiz vermeye devam ediyorlardı. Ruslar da bunları alır almaz münevver olanları Karpat dağlarının ormanlık bölgelerinde hemen kurşuna diziyor ve izlerini kabettiriyordu. Türk asıllıların imhadan kurtulmak için başvuracakları tek çare, Sovyet çizmesindeki Türk yurtlarından
Tahran, Yalta ve Potsdam toplantılarındaki anlaşma havası görünmüyordu. İngiliz ve Amerikalılar Kremlin'e ve Stalin'in delegelerine soğuk yüz gösteriyorlardı. Rusların tekliflerine artık evet diyerek uysallık gösteren İngiliz ve Amerikalılar yoklardı. Böylece kendilerini Türkiyeli, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak gösterenler için 1945 ve 1946 senesi başlarındaki tehlike yok denecek kadar azalmıştı. Hâtta, Amerikalılar, Sovyetler aleyhine faaliyette bulunmuş ve kendilerine Rusya hakkında gereken bilgileri verecek olanları himayelerine bile almaya başlamışlardı. Bu durum Rus siyasi polisinin gözlerinden kaçmıyordu. Bütün mülteci kampları Rus sivil polisleri veyahut NKVD mensupları ile doluydu. Birbirleriyle Rusça konuşanlar hemen İtalya, Almanya, Fransa ve diğer Batı Avrupa memleketlerindeki Rus makamlarına haber veriliyor ve Rus elçilikleri de eski anlaşmaları ileri sürerek rapor edilmiş şahsın teslimini istiyordu. Bunun dışında göçmen kamplarında bulunanlar bulundukları şehir ve kasabalarda gezindikleri zaman Rus ajanları tarafından yakalanarak Elçiliklere götürülüp ve imha ediliyorlardı. Bunun içinde de göçmen kamplarında bulunan ve Sovyetlerden kaçtıkları Amerikalı ve İngilizler tarafından bilinenler için mülteci kampının idare amirleri özel ilanlar yaparak şehir veya kasaba içinde kamptan fazla uzaklara gitmemeleri için ikaz ediliyordu. Artık Amerikalılar Rusya'dan kaçan ve vatanperverlikleri bilinen bu felaketzedeleri kendilerini müttefiki görür duruma gelmişlerdi. Fakat Rus tehlikesi tamamile kalkmış değildi.
Reklam
Türk Gönüllü Birliklerinin Müttefiklere Teslim Olması 1944 senesi Eylül ve Ekim aylarında İtalya yarım adasına alınan gönüllüler Rus tehlikesinden kurtulmuşlardı. Artık karşılarındaki düşman, Ruslar değil, Ruslarla müttefik olan İngiliz ve Amerikalılardı. Esir düştükleri zaman hemen kurşuna dizilmeyeceklerini biliyorlardı. Hatta çok ihtimal
İsviçre'ye sığınan bu insanlar hiçbir zaman İsviçre'de kalacak değillerdi. Avrupa'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi, bunlarında düşündükleri Türkiye'ye gitmek, orada yerleşmek ve dil, din ve geleneklerini korumakla birlikte doğacak çocuklarının da Türklük gelenek göreneği içinde büyümesiydi. Fakat Rus sefareti bunları da
Atatürk'ün milliyetçilik felsefesini ırkçılık, Turancılık olarak değerlendiren o devrin Türkçülüğünü savunanlara ırkçı, kafatasçı diyerek cezalandıran milliyetçi Türk münevverlerine Rusların yaptığını Türk'ün biricik bağımsız devletinde İsmet Paşa Türkiye'deki münevverlere yaparak herkesi korku içinde bırakmış ve Dış Türkleri, Türklükten silip atmıştı. O günlerde Orhan Seyfi beyle Yusuf Ziya Ortaç'ın yayınladığı Çınaraltı mecmuasında Dış Türklerihakkında açılan bir ankete verilen cevapların yüzde doksanı: "- Onlar Türklüklerini kaybetmişlerdir. Türkiye dışında Türk yoktur"dan ibaretti. Hatta liselerde okutulan Gatenby adında bir İngiliz'in yazdığı ders kitabında dünyada en çok konuşulan lisanlar başlığı altında diller konuşulurken birinci sırada Çince, daha sonra Hintçe, İngilizce, Fransızca ve diğer lisanlar sıralanırken Türkçe konuşanların miktarı ise sadece Türkiye nüfusu olarak 27 milyon gösteriliyordu. Yani Türkçe sadece Türkiye hudutları içinde konuşulan bir dildi. Bu bilgi içinde yetişen münevverler çok tabii olarak bizlere sıcak bakmayacak ve ilgi göstermeyecekti. Bundan dolayıdır ki, Türk idari makamlarında bulunan o günlerin memur ve amirleri bizi Türk saymadıkları bir yana, bizlere komünist olarak bakıyorlardı.
Beni ilgilendiren bir durum ise Urfa'nın bin senelik tarihi idi. Selçukluların bir kabilesi olan Karakoyunlu Türkmenleri de Urfa'yı alarak orada bir beylik devleti kurmuşlardı. Perişanlık içinde bir Karakoyunlu mezarlığı vardı. Kimse ilgilenmediğinden mezar taşları kırılmış ve perişanlık içine düşmüştü. Bunun yanında suyu dertli dertli akan Karakoyun deresi ve üzerinde de yüz yıllardan beri yapılmış olan Karakoyun Köprüsü vardı. Fakat Karakoyunlu Türkmenleri ortada yoktu. Osmanlılar, Yavuz Sultan Selim devrinde bütün Anadolu'yu devlet hudutları içine aldıkları gibi Urfa'yı da almışlar. Karakoyunlu Devleti'ne son vermişler. Karakoyunluları da alarak Balkanlar'a, Mısır'a yerleştirmiş ve devleti Türk olmayanlardan koruyun demiş ve Anadolu'daki Türkleri savunmadığı gibi onları da savunmamış ve çoğu Kürtleşmiş ve Araplaşmıştı.
Reklam
Aydın'a geldiğimizde talihsiz oğlum Alpaslan lise birinci sınıftaydı. Kalbinden hasta olmasına rağmen çalışarak sınıfını geçmişti. Fakat çok üstün bir müzik kabiliyeti vardı. Bana şiir yazdırarak bestesini yapardı. Otuzbeş kadar bestesi vardı. Mükemmel keman, saz, fülüt, mandolin ve piyano çalardı ve piyano dışında çaldığı müzik aletlerinin hepsini almıştım. Onun müzik aletlerini çalmasına heveslenen Gülsün ve Türkhan da müziğe meraklanmışlardı. Hatta Gülsün mükemmel keman, mandolin ve fülüt çalmasını öğrenmişti. Türkhan'da çok güzel fülüt çalıyordu. Gülüş, 1968 senesinde Aydın'a geldiğimizde üç yaşındaydı ve hep Alpaslan'ın kollarında ve kucağındaydı. Daha konuşmaya başladığı ilk zamanlarda Alpaslan diyemediğinden ona (Abada) diyordu. Birbirlerini çok seviyorlardı. 1968 senesinin Eylül ayı başlarında kalbinde yeni krizler başladı. Onu Ankara, İstanbul ve İzmir'de meşhur kalb bilgini profesörlere kadar götürdüm. Hiçbir masraftan çekinmedim. Fakat bir türlü ameliyat yapmak cesaretini göstermediler. Nihayet 1968 senesinin Eylül ayının 25'inde okulların açılacağından birgün önce yani 24 Eylül'ü 25'e bağlayan gece oğlum vefat etti. Evimiz aylarca yas içinde kaldı. Mezar taşına şu dörtlüğü yazdım: "Bestelerin senden bize nişane Babacığını ettin deli divane Mezarın mum ben zavallı pervane Etrafında dönüyorum Alpaslan" Aradan otuz seneye yakın bir zaman geçmesine rağmen evimizde hâlâ onu hatırlıyor ve üzülüyoruz.
Aydın'a geldiğimizde evimiz yoktu. Kirada oturuyorduk. Aydın'ı beğenmiştik. İklim şartları çok iyi idi. İzmir'e yakındı. Aynı zamanda diğer şehirlere göre ucuzluk vardı. İnsan her mevsimde istediği meyve ve sebzeleri bulabilirdi. Okul müdürü de bana karşı dost bir tutum içindeydi. Artık Aydin'a tamamile yerleşmeye ailece karar verdik. Çocuklarım benim istediğim karakterin sahibi idiler. Evimizin önünde bile oynamadılar. Hep derslerine çalıştılar. Gülsün liseyi bitirdikten sonra İzmir'de Yüksek Öğretmenin Fen Fakültesini kazandı. Türkhan'ın daha ilk okuldan başlayarak ders durumu herkesten üstündü. İlkokulu ortaokul ve liseyi birincilikle bitirdi. Fakülte imtihanına benden habersiz Gülsün ile birlikte girmişler. Türkhan, İzmir Tıbbı, Gülsün ise Ankara Eczacılığı kazandı.
Azerbaycandaki Akrabalarım Babam 1943 senesinde ölmüştür. Benden yedi yaş küçük erkek kardeşim Esed, onun küçüğü kızkardeşim Zehra ve 1932 senesinde doğan çok sevdiğim kızkardeşim Rübabe ve 1983 senesine kadar talihsiz anam Gülüs hanım hayattaydı. 1956 senesine kadar onbeş sene anneme hayatta olduğumu bildiremedim. Çünkü komünist idare Sovyetlerden kaçanların ve yaşadıkları bilinenlerin ailelerini Sibirya'ya sürüyordu. 1956 senesinde annemi sevindirmek için hayatta olduğumu bildiren bir mektup yazdım. Fakat mektubu Türkiye'den göndermemin onları felakete sürükleyebileceğini düşünerek, Batum'daki Türkiye Başkonsolos'una gönderdim ve Batum'dan postaya atmalarını rica ettikten sonra, kendi kimliğimi bildirdim. Allah razı olsun, Başkonsolos mektubumu postaya atmış ve onlatı senelik bir ayrılıktan sonra talihsiz annemi sevindirdim. Bu defa da muhakkak sevinç gözyaşlarına boğdum. Birkaç ay sonra annemin adıyla yazılan bir mektup aldım. Bu defa da bizim Emniyet, Rusya'dan mektup alıyor diye beni takip ettirmeye başladı. Ben ise çok rahattım. Çünkü, bana vatan kapısını açmış, beni yadellerdeki sefaletten ve hakaretlerden kurtarmış olan devlet ve vatanıma karşı üç çocuğum ve eşimle birlikte fedakarlık duyguları içindeydim. Milletimin adı ile kurulan devletime ve vatanıma kendimle birlikte bütün ailemi kurban etmekten çekinmezdim. Annemin vefat ettiği 1983 senesine kadar senede bir iki mektupla annemi özlediğimi bildirdim. Nihayet 1990 senesinde Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kardeşim ve diğer akrabalarımla irtibat kurdum ve Cenab-ı Allah bana dünya gözüyle onları görmemi nasip etti.
Karamanlıların Peçenek olduğu konusu tezdir.
İran yaylalarından keçi ve koyun sürülerini otlatmak için Doğu ve Güney doğu yaylalarımıza gelen ve askere alınmayan, vergi ödemeyen Kürtlere verilen büyük serbesti imtiyazı, cepheden cepheye koşturularak aileleri sefalet içinde kalmış olan Türkleri, Kürtleşmeye doğru çekmişti. Diyarbakır vilayeti içindeki Kayıhan'lılar (Kayı Boyu) bir kolu
Reklam
11.10.1941 Yolda qatar Seher saat beşde Mohaçkale'ne çatdık. Üç günlük açlıktan sonra bize çörek almak emri verildi. Uşaklar çörek uğurladılar. Garnimız doyurduk. Güneş doğdu. Gatarımız Dağıstan'dan çıkarak Çeçenistan'a girdi. Yeke Çeçenler yol kenarında durup bize bağırdılar. Bu halkı birinci defa görüyordum. Hürmet beslediğim halklardan biriydi. Gün ortaüstü [öğle sonu] Prokladni'ye çattık. Üç gotlet ve bir karpuz aldım. İsmail pulu [para] telef etmememi tapşırdı. Akşamüstü Minvad’a çattık. Yaralılar gatarlara dayanmıştı. Akşam karanlığı çökür.
1941
Russky soldat yest?" (Rus askeri var mı?) diye bir ses işitildi. Biz çıktık. Cevan [genç] bir nemes soldatı [Alman askeri], bizim patron ve harbi levazimatımızı attırdı. Yıldızlarımızı kopardı. Yirmi adım geriye gittikten sonra bize gedin dedi. Hara [nereye] gideceğimizi bilmirik. Bir Almandan sordum geriyi gösterdi. Seher soğuktu. Vurulmuş askerlerin meyitleri [cesetler] üzerine kırağı düşmüş, kanla kırağı feci bir manzara teşkil etmişti. Miyus'un kenarına geldik. Artık Almanların içindeyik. Açık. Hara gideceğimizi bilmirik. Bir ofiser [subay] çıkıp eliyle arkayı gösterdi. Günebakan [ayçiçeği] çöllerinde [tarla] geriye kaçırık. Ruslar mina atırlar. Balçıklı günebakanla ceplerimi doldurdum. Birazdan sonra bize Alman mina atanları rastgeldi. Bir Alman feldfebel bizi çağırdi ve İsmail'e kapatka [kazma] verip senger kazmamızı emretti. Kazmazsanız sizi gülleleyeceğim [kurşunlamak) dedi. Kazdık fakat hareket yoktur. Bildiğimiz bir nece [birkaç] Almanca nemes sözü ile üç günlük açlığımızı söyledim. İşledi bir yeke [büyük] parça şeker verdi. Yahşi işlediğimizi görüp bir nazik kesme çörekle bir kırik şeker verdi. Milletimizi sordu. Türk olduğumuzu söyledim. Yahşi işlesen sizi özümle aparacağım [götürmek] dedi. Bir saatten sonra geriye maşınla Miyus'un kenarındaki ikinci kente kayıttık. Başfeldfebel için yahşi senger kazdım. Bana iki kartilog yemek verdi ve dedi ki, seni Bakü'ye aparacağım. Akşam Hüdafızleşip bir samanlıkta yatmaya gittim. Köhne yollardan taptım. Geceyi yattım.
5. Oktyabr. 1941, Khatinarkhi Anam, yengem, Dedem, Ferman, Telman, bedbaht kardaşım Esed'le barabar yanıma gelmiştiler. Esed ayak yalındı, gözlerim niçin kör olmadı? Bu anları andıkça başımın tüyleri biz diken diken biz olur. Hayatım bir garip ağaç kütüğünden başka bir şey değil.
6. 10. 41 Khatinarkhı Gündüz Esed'in gelişinden sonra yorgun halde düşergeye [kampa] döndük. Bizi mecburen......düzdüler. Heç kesde.........heves yok. Nihayet geri döndük. Emir verildi, yığışıldıg [toplanmış]. Artık hamımızın üzünde [yüzünde] bir ölüm sanlığı görünürdü. Narları [keresteleri] sökerek yandırdık.
Fevral ayının 16'sında komandatura İlia Pashyovkasından, Voroşilov Pashyovkasında olan lagere göçmeye yığışırdık. Meni aparmadılar. Çok ağladım, ancak bitlerden azat olmuştum. Yine vahşi hayat başlayacak.
280 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.