Aşağılık kompleksinin varlığını daima bireyin geçmişinde, eski davranışında, çocukluğunda şımartılmış olmasında, organlarının yetersiz bir şekilde gelişmesinde, çocukluğunda ihmal edilmiş olmasında aramalıyız.
Fakat sürekli olarak ilerleyen ve bizi kuşatan .medeniyet de bu
güvenlik eğilimini ve insanı duygusal bir aşağılık duygusu hali içinde
bize göstermektedir. Bu duygu daha büyük bir güvenliğe ulaştırmak
için insanı dürter. Harekete sevkeder. Bu mücadelede yer alan sevinci
ve amacı, yürüdüğü yolda ona yardım etmek, onu
mükafatlandırmaktır. Bununla beraber, zamanın gerçekliğine kesin
şekilde uymanın, başkaları tarafından yapılan çabanın, şımartılmış
çocuğun dünya hakkındaki görüşünü istismardan başka bir yararı
yoktur. Sürekli güvenlik duygusu insanı, daha mükemmel bir gerçeğe
ulaşmak için şimdiki gerçeği aşmaya zorlamaktadır.
Ruhsal denge sürekli tehlike ile karşılaşır. Tamlık eğiliminde insan
ruhsal bir tansiyon içinde bulunur. Ve tamlık amacına ulaşmak için
sahip olduğu zayıf imkanlardan haberdardır. Onda huzur, değer,
mutluluk duygusunu oluşturan şey, sadece yükselme eğiliminde
tatmin edici bir dereceye ulaştığı zamanki duygudur. Amacını izleyen
an, onu yeniden daha uzağa sürükler. Burada şu gerçekliği
görmekteyiz: İnsan olmak, sürekli olarak ödümlemeyi isteyen aşağılık
duygusuna sahip olmaktır. Aranan ödümlemenin yönü, aranan
tamlığm amacı kadar değişiktir. Hissedilen aşağılık duygusunun
fazlalığı ölçüsünde ödümleme kuvvet kazanır. Heyecan nöbetleri
şiddetli olur. Fakat duyguların, heyecanların ve duygusal hallerin
saldırıları vücut dengesi üzerinde etkisiz kalmaz. Organizma
değişikliklere uğrar. Kan dolaşımında, salgılarda, kan enerj isindeki bu
değişiklikler bireyin hayat stiline göre farklı-laşır. Devam ettikleri
takdirde organik fonksiyon nevrozu kendini gösterir. Psikonevrozlar
gibi, onlar da bir hayat sitilinden meydana gelir. Bu hayat stili,
ilerlemiş bir aşağılık duygusu halinde, bireyi karşılaştığı problemden
kaçmaya sevkeder ve bu kaçışı, oluşturulan organik veya ruhsal araz
şoklarıyla sağlama eğilimini göstermektedir. Ruh süreci böylece
organizmada dışarı vurur. Yine her türlü ruhsal başarısızlıklara,
aksiyonlara ve topluluğun isteklerine karşı koyan vazgeçmelere yol
açarak tamamıyla ruhsal alanda da ortaya çıkar.
Dostoyevski’nin yaşamında en güçlü nokta, onun tüm şahane yaratılarının şu şekilde ortaya çıkmasıdır: Eyleme boşuna, çok zararlı ve suçlu olduğu gözüyle bakılacak ve boyun eğme kendi içinde başkalarının üstünde gizli bir üstünlük keyfi içerdiği sürece kurtuluş boyun eğmekte yatacaktır.
Belki de hepimiz bir insan güzelliği hayalini taşıyoruz ve başkalarını
bu hale göre değerlendiriyoruz. Gerçekten, hayatta, hiçbir zaman
tahmin melekesinden vazgeçemeyiz. Daha fazla gelişmiş kimseler
buna seziş adını veriyorlar. İnsan şeklini değerlendirirken rol oynayan
ve bizde yer alan ölçüleri meydana çıkarma işi psikiyatra ve psikologa
düşmektedir. Burada, çoğu zaman az önemli hayat deneylerinde,
çocuklukta saptanmış değişmez hayallerin rol oynadığı sanılmaktadır.
Bu konu ile ilgili iki tez ortaya atmak istiyorum. Bu tezler çok karanlık
şekil ve anlam problemini bir dereceye kadar aydınlatabilecekler.
Doğasal organik bir yetersizlik veya vücut kusuru daha büyük bir
aşağılık duygusunu oluşturmak suretiyle ruhta kuvvetli bir tansiyon
meydana getirir. Bu yüzden dış dünya istekleri hiç de iyi karşılanmaz
ve özvarlıkla ilgili endişe, yerinde hazırlık yapılmadığı için, bencillik
yönünde açık bir şekilde fazlalaşır. Bundan da aşırı derecede ruhsal
hassasiyet, cesaret ve karar verme yetersizliği, sosyal olmayan bir şema
ortaya çıkar. Dış dünya görüşü uymaya karşı koyar ve başarısızlıklara
yol açar. Burada bir görüş ortaya çıkmaktadır: En büyük ihtiyatı
göstermek ve sürekli çekişmelerin doğruluklarına bakarak, şekle göre,
tabiatı ve anlamı hakkında sonuçlar elde etmek...
Bireyin mutluluğu için olduğu kadar türün gelişmesi ile de çelişen
doğuştan güçsüzlük, şımartma ve ihmal edilme çoğu zaman çocuğun
kesin başarı hedeflerini bulmasını zorlaştırır. Amaçsız hareket yoktur.
Bu amaca hiçbir zaman ulaşılamaz. Bunun nedeni, insanın dünyaya
egemen olmayacağı hususundaki ilkel bilinçtir.
Aşağılık duygusu ruhsal hayata egemen olur. Bunun, yetersizlik,
eksiklik duygularında ve insanlığın sağladığı aralıksız çabalarda sürekli
olarak ve açık bir şekilde kendisini ifade ettiğini görürüz. Hayatın
karşısına çıkardığı sayısız problemlerden her biri insanı saldırı
durumuna getirir. Her hareket eksiklikten tamlığa geçmek için ileriye
atılmış bir adımdır.
Şımartılmış çocuk bu dünyada herşeyin başka kimseler tarafından yapıldığını görür. Oldukça kısa bir zamanda kendisini olayların merkezi gibi görmeye başlar. Bu görüşüne uymayan bütün hallerde kötü maksatlar arar. Düşüncesine uygun hareket etmeyen herkesi düşman sayar.
Çocukça hareket eden babayiğitleri, korkak devleri, cesur cüceleri, kadın görünüşlü azılı suçluları ve kaba görünüşlü yumuşak kalpli kimseleri görüyoruz. Belki de hepimiz bir insan güzelliği hayalini taşıyoruz ve başkalarını bu hale göre değerlendiriyoruz.
Haklı olmak çoğu zaman dünyanın en sıkıcı şeylerinden biridir. Bunun söylenmesi hayret uyandırabilir. Fakat herkes haklı olmanın hiçbir işe yaramadığını üzülerek öğrenmiştir.