‘Zimem Defteri’; borçluların borçlarının yazılı olduğu defter demekti. Günümüzdeki adıyla veresiye defteridir. Eski Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan ‘Zimem defterini’ çıkarmalarını isterdi. Buradan rastgele müşterilerinin hesabını kapatırlar, “Silin borçlarını, Allah kabul etsin” der, çeker giderlerdi...
(
“Türk milleti, Ramazan’ı kendine özgü bir hayat tarzı haline getirmiş ve bu ayda tuttuğu orucu çeşitli kutlamalarla (Karagöz Hacivat gölge oyunları, Ramazan davulcusu, şenliklerle vs) daha yaşanır hale getirmiştir..
Milletimiz
Yahya Kemal Beyatlı ‘in de belirttiği gibi, Ramazan’ı kendine özgü hale getirmeye, bu ayda yapılan ibadetin adını Arapçadaki ‘SAVM’ yerine ‘ Farsçadaki ‘RUZE’ sözcüğünü alıp, onu ‘ORUÇ’ şeklinde Türkçeleştirmekle başlamıştır..
‘Ramazan’ sözcüğü ise, İbranice ‘Remeş’ anlamına gelen ‘Kor, sıcak kül’ sözcüğüyle eş kökenli.
Arapça ‘Ramad/Rmd’, kuru sıcak’ sözcüğünün mastarıdır ve İslam öncesi Arapların ay takvimindeki Temmuz-Ağustos aylarına verilen isimdir. Yaz dönemine denk gelen aya deniyor. Yani Ramazan ayının genelde sıcaklara denk gelmesinin, kökünde zaten ‘kor’ olmasıyla alakalı..”
(
Böyleydi Osmanlı'nın Ramazanı adlı kitaptan...)
Bu bereketli ay bizim zengin kültürümüzle birleşince daha bolluk içinde, dayanışma dolu bir ay haline geliyor. İhtiyaç sahibi insanlarımızı da unutmayacağımız bir ay olması temennisiyle...
Osmanlı’dan günümüze bayramların özellikle çocuklar için ayrı bir yeri vardır.
Bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından, sabırsızlanarak bayramlık giysilerini bayramdan bir gün önce giyip dolaşan çocuklara, ‘ARİFE ÇİÇEĞİ’ denilirdi..👫🌸
Bayram heyecanını erkenden yaşayan ve sokaklarda neşeyle koşan çocuklara verilen bu isim, onları aniden açan bir çiçeğe benzetmek için kullanılırdı...
Bugün Arife, neşeyle koşan çiçeklerimiz misali, bayram heyecanımız hiç sönmesin.
Arife Günümüz mübarek olsun.
Nice bayramlara sağlıkla kavuşabilmek dileğiyle...
*Dilbilimsel:
Arife=(Ar. ‘Arefe’) Hacıların Arafat’a çıktığı, bayramdan bir önceki güne denirdi. Günümüzde önemli görülen olayların öncesi için de kullanılır...
(
Eskiden Ramazan akşamlarının teravih sonrasında varlıklı müslümanlar camilerin en kuytu köşelerinde duran ‘Sadaka taşına’ (içi oyuk mermertaş) yönelir, servetinden o yıl yoksullara ayrılan meblağı kimseden habersiz sadaka taşına bırakırdı. Gece yarısından sonra sadaka taşının etrafındaki kandiller söndürülürdü. Etraf karartılırdı ki, yoksul müslümanlar aynı taştan ihtiyacı kadar alabilsin, kimliği deşifre olmasın. Ne alan vereni bilirdi, ne veren alanı..
(
Unutulan bir Ramazan geleneği: ‘Teravih Şerbeti’...
Eski Ramazan gecelerinde Teravih namazından sonra halka ‘bal şerbeti’ ikram etmek adettendi. Gül suyu ve hakiki bal karışımıyla imal edilen bu Ramazan şerbeti, daha çok cami önlerinde dağıtılırdı. Bu geleneğe ‘Teravih Şerbeti’ adı verilirdi. Hatta bunun için vakıflar kurulmuştu. Şayet Ramazan ayı yaza rast gelmiş ise, şerbetlerin içine kar atılıp soğutulur öyle ikram edilirdi...
(
Osmanlı döneminde iftara çağırılan davetlilere, iftar davetinden ayrılırlarken bir hediye vermek adetti. Bu iftarlarda misafirlere ve özellikle yoksullara yemekten sonra ‘Diş kirası’ adıyla para ve çeşitli hediyeler dağıtılırdı.
Bazı kaynaklarda, Fâtih Sultan Mehmed’in vezîriâzamı Mahmud Paşa’nın tertip ettiği ziyafetlerde, pilâv içine altın paralar koydurduğu ve bu paralara yemek sırasında onları bulanların sahip olduğu da belirtilmektedir.
‘Diş kirası’ kelimesinde de bir incelik var; Ev sahibi bununla; “Misafirim oldunuz, benim sevap kazanmam için siz eziyet çektiniz, dişlerinizi yordunuz, yani biz sizin dişinizi kiraladık, bu da sizin dişinizin kirası olsun." demek isterdi...
(