Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481)

Ernst Werner

En Yeni Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481) Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481) sözleri ve alıntılarını, en yeni Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481) kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
nasıl bir çeviriyse olayların içine sürüklüyor adeta tarih romanı
“Sultan Mehmed’in ordusu Ankara’da toplanmıştı. Amir Bek geri dönmek istedi, ama Karamanoğlu bunu önledi ve dedi ki: Sultan benim bütün ülkemi elimden aldı, şimdi geri vermeli, o zaman Amir Bek ordusuyla Ankara’ya doğru yola koyuldu. Orada karşısındaki orduyla savaşa tutuştu, yenildi. Askerleri de kaçtı, Hasan’ın sürüleri, düşmanın yörelerinde Moğolların yaptıklarına benzer zulüm ve vahşette bulundular. Tokat kentini yerle bir edip halkını işkenceyle öldürdüler. Yenik düşen Akkoyunlu birlikleri Hasan’ın öğüdü üzere Suriye’ye sığınmaya çalıştılar, “çünkü onlar bizim dostumuz.” Ancak Suriyelilerin bu Türkmen yığınlarına hiç de sempati besledikleri yoktu, hatta onları soyup soğana çevirdikten sonra Halep’e yollayıp bir mağaraya tıktılar “ve orada hayvanlar gibi doğradılar.” “Batı Avrupalıların 16. yüzyıl sonlarına kadar Türk despotluğuna Asyalının direnme gücü olarak gördükleri Karamanlılara karşı Mehmed ilk darbeyi 1473’te indirdi. Karamanoğlu, Sultan’a teslim olmaktan başka çare bulamadı. Mehmed ikinci bir darbeyle Hasan’ı Doğu Anadolu’dan fırlatıp attı. 11.8.1473’te Mehmed onun ordusunun hemen hemen tümünü başkentte yok etti. Akkoyunlu ordusunda topçunun olmayışı ve örgütlenmesindeki köhnelik yenilginin baş nedeniydi. 1475’teki ikinci bir yenilgi Şah’ın tüm yayılma planlarını mezara gömdü.”
MUM SÖNDÜ
“Türkmenlerdeki bu dinsel anlayışa daha önce Babailerde de rastlamıştık. Yandaşları kızıl başlıklar, beyaz cübbeler ve çarıklar giyerlerdi. Kızıl başlık giyme âdeti Türklerde karanlık çağlara kadar gider “Kızılbaş”lar bunu Ali’ye saygı ifadesi olarak giyerlerdi. Allah’ın tüm halklara görünmüş olduğu ve bu nedenle de onların dinine karşı savaş açmanın gereksiz olduğu yollu bağdaştırıcı bir inanca bağlıydılar. Bâtıni ve kalenderîler gibi şarap içer, hatta onu kutsal içecek sayarlardı. İslamiyet öncesi güçlü Şamanist kalıntılar dinselliklerine damgasını vurmuştu. Her yıl kadın ve kızlar törensel bir dans yaparlar ve dansın sonunda dede, yani ayinin yöneticisi içlerinden seçilmiş bir tanesiyle birleşirdi ki, bu onların üretkenlik kültlerine bağlılıklarına açıkça dikkati çekmektedir.”
Reklam
“İslamiyet’i ilk kabul edenlerin Sir-i Derya bölgesinde yaşayan ve toplumsal gelişme açısından en ileri aşamada bulunan Oğuzlar olması rastlantı değildir. Reşidüddin’in Oğuzname Şamanizm ile İslamiyet arasındaki mücadeleden söz eder. Oğuzların efsanevi atası, Boy’un yaşlıları önünde oğlunun densizliğinden dert yanar: “Oğlum Oğuz, çocukluğunda mutlu, tacına tahtına bağlı bir kişi idi. Şimdi ise kulağıma çalındı ki inancından ayrılmış ve kendisine yeni bir Tanrı seçmiş. Bu bizim için büyük onursuzluktur. Genç bir adamın bizi ve Tanrısını hiçe saymasına ve bize ihanet etmesine nasıl katlanabiliriz?” Meclis, oğul Oğuz’u ve yandaşlarını öldürme kararı alır. Oğul Oğuz’un puta tapan ve amcalarının tepkisine karşı giriştiği savaşta elde ettiği zafer ve bu puta tapıcı yaşlıların ölümü, Allah’ın bir “zaferi sayıldı ve halkın İslamiyet’i kabulünde belirleyici oldu.”
yordam kitapKitabı okudu
Fakirlik ("fakr") sözcüğü, yetinmeci ve çileci (zühdî) sufî idealinin etkisiyle yeni bir statü kazandı. Dilenciler artık melike eşit, hatta ondan yüksek görünüyorlardı. Fakirler, kendinde olmayan, ama beyin sırtına yük olan dünya mallarından kurtulmuş, özgür ve insanları ezme ve sömürme günahından arınmış hissediyorlardı kendilerini. Dilencilik eden sufiler bazen herkesin baş belası halini alıyordu. 13. yüzyılda İran'da yaygınlaşan şu sözler durumu daha iyi anlatır : "Allah, kapımızı üçünden de korusun: Adlarını söylemek gerekirse akrep, sufi ve fare."
Sayfa 83
Selçuklu Mirası
(12. ve 13. yüzyıl) Evlenme eski törelere göre gerçekleştirilir, ayrıca falcılık da önemli bir yer tutardı. İslami dönemlerde Levirat* ve Sororat,** poligami ve boşanma ve boşanma törelerini de korudular. *Levirat : Bir erkeğin, çocuksuz ölen erkek kardeşinin karısı ile soyunu sürdürme amacıyla evlenmesi. **Sororat : Karısı ölen erkeğin, karısının küçük kız kardeşi ile evlenmesi.
Selçuklu Mirası
İbn Bîbî, araştırmacıların farklı biçimlerde yorumladığı iğdişan birliğinden ve onun kumandanı olan iğdişbaşından söz eder. İğdiş sözcüğünün "hadım edilmiş"in yanı sıra diğer bir anlamı da "melez"dir. İ.H Uzunçarşılı, buradan "iğdişbaşı"nın devşirme usulüyle oluşturan bir birliğin başı olduğu sonucuna varır. Cl. Cahen ise, onun yerel ve kentli bir aristokrat olduğu ve Sultan tarafından gerek Hristiyan ve gerekse Müslüman kentli halkı denetim altında tutmakta kullanıldığını ispat etmiştir. Elimizde devşirmeliği kanıtlar hiçbir bilgi yok, bu birlik yeniçerlerin atası sayılamaz.
Sayfa 65 - Kaynak, Cahen, Cl., Turkey
Reklam
Selçuklu Mirası
"Dede Korkut'un destan kahramanları, sonradan yerlerine camiler inşa ettirdikleri kiliseleri zevkle tahrip ederler, ellerine geçirdikleri rahipleri kılıçlarına amansızca kurban ederlerdi." Burada yazar kaynak olarak Kitab-ı Dede Korkuttan sayfa 48'i gösteriyor okumadığım için fikir belirtemiyorum fakat devamı için birazdan elimden
Sayfa 54
15. yüzyılda kölelik Osmanlılarda hâlâ bir rol oynuyor muydu? [97 –Y.Ö.]. Hem evet hem hayır. Üretimin tarım ve zanaat kesiminde hayır. Ama ev ekonomisinde ve ticarette kölelik özellikle Fatih döneminde büyük önem taşıyordu. Batılı gezginlerin raporlarında Bursa’daki büyük köle pazarlarından söz ediliyor. Köleliğin acı kaderine kendisi de
Oruç (Uruç) bin Âdil’de şunları okuyoruz: “Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedreddin kazasker olduğu zaman, yanında Börklüce Mustafa denen bir kethüdası vardı. Kendisine şeyh dediği sürece en ileri gelen müridi ve halifesi oydu. Bu Börklüce Mustafa Karaburun’da şeyh oldu ve ortalığı karıştırmaya başladı. Aydıneli’ni kendi yanına çekti. Kendisinin –Allah
Şeyh Bedrettin, panteist-materyalist bir dünya görüşünden yanaydı: “Cehalet döneminde insanlar elle tutulur gözle görülür putlara inanıyorlardı. Şimdilerde ise gönüllerini görünmez putlara verdiler.” İnançtan çok aklın mantığına güveniyordu: “Umarım ki Tanrı gerçeğin örtüsünü kaldırır ve insanlar da ona inanma fırsatını bulurlar. Şunu bilin ki,
Reklam
Mevlana’nın Mesnevî’si Yeni Platonculuğun büyük etkisi altında pek az düşünsel özgünlük gösterir.369 Merkezcil sorunlar maddi’den manevi’ye doğru gelişme fikri çevresinde dolanır. Eser, daha yüce bir yaşamın ön koşulu olarak yok-oluşma’nın sırlarını tüm çeşitlenmeleriyle şiirleştirmektedir: Bu ön koşullar, örneğin tanrısal özelliklere
Mevlana’nın ve tarikatı kuran oğlu Sultan Veled’in gerçekten de şarap içip içmediklerini, Müslümanlığın bu yasağını açıktan açığa çiğneyip çiğnemediklerini kestirmek kolay değil.338 1320’de ölen Mevlevi Ulu Arif Çelebi içerdi, ancak böyle yapmakla müminler arasında tepki de yaratırdı. Dünyevi şiir geleneğinde meyhane, insanların kendilerini dünyanın dertlerinden sıyırdıkları kaçış mahalli sayılır. Söz konusu ozanlar, duruma kuşkuyla yaklaşan Ortodokslara karşı kendilerini güvenceye almak için şarabın mistik simgesini ve aşk motiflerini kullanmışlardır. Şair Ahmedî, ibadet için meyhanenin camiden çok daha uygun bir yer olduğunu belirtiyor: Eğer yer ve gök Allah’ınsa, neden burada ibadet etmemeli. Sevenler için ibadet yeri meyhanedir. Oraya içi temiz olanlar gider. Meyhanede ne sahtekârlık vardır ne yalan. Allah’ı aşağılamak istemeyenler meyhaneye gitmelidir. Çünkü ne kadar sahtekâr, kâfir ve imansız varsa hepsi şeriatın çatısı altında toplanmıştır.
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.