Bilgisiz halk güvende olmaz. Basının özgür olduğu, her insanın okuyabildiği yerde, herkes güvendedir.” Atlas Okyanusu’nun öbür yakasında, bir başka tutkulu akıl mümini, yaklaşık olarak aynı sıralarda, neredeyse aynı şeyleri düşünüyordu. John Stuart Mill, babası yararcı filozof James Mill hakkında şöyle yazmıştı: “İzin verildiğinde, aklın insanların zihinlerini etki altına alacağına güveni öylesine tamdı ki, nüfusun tamamı okuyabilse, her türlü düşünce onlara yazılı veya sözlü olarak iletilebilse ve seçme haklarıyla, benimsedikleri fikirlere sonuç kazandırabilecek bir yasama meclisi seçebilseler, her şeyin kazanılabileceğine inanıyordu.” Her şey güvende, her şey kazanılacaktı. Bir kez daha on sekizinci yüzyıl iyimserliğini ayırt edebiliyoruz. Doğrudur, Jefferson iyimser olduğu denli gerçekçiydi. Acı deneyimle biliyordu ki, basının özgürlüğü utanç verici biçimde kötüye de kullanılabilirdi. “Gazetede,” demişti, “görülen hiçbir şeye artık inanılamaz.” Yine de şöyle ısrar ediyordu (ve biz onunla ancak hemfikir olabiliriz): “Doğruluğun sınırları içinde, basın soylu bir kurumdur, bilimin ve sivil özgürlüğün eşit biçimde dostudur.” Tek kelimeyle, kitle iletişimi ne iyi, ne de kötüdür; sadece bir güçtür, tüm diğer güçler gibi, iyiye de kullanılabilir, kötüye de. Bir şekilde kullanıldıklarında, basın, radyo ve sinema demokrasinin hayatta kalabilmesi için zorunludur. Öbür şekilde kullanıldıklarında, diktatörün cephaneliğindeki en güçlü silahlardır.