Selim, bunca çirkinliğine ve densizliğine rağmen utanmadan ablama abayı yakmıştı.
Evet, o ay parçasına. Siyah gözleri yanan ablama kızıl saçları dalgalanarak göğsüne dökülen, gülümsemesi perdeleri kımıldatan hatta sol kaşının üzerindeki kesiğini bile yüzüne konmuş bir kelebek kadar zarifçe taşıyan o güzelim kıza âşıktı.
Geceleri bahçesinden koparığı turuncu ve mor aslanağızlarını, hanımeli demetlerini kapımızın önüne dizerdi. Kimi zaman da içkinin verdiği cesaretle bize bakan balkon penceresinden şarkı söylerdi.
Görmedim ömrümün asude geçen bir demini
Çekerim hep o siyah gözlerin matemini.
Hasretiyle inlediğim çekti benden elini
Çekerim hep o siyah gözlerin matemini.
Gözlerini kapar, bağrını açar, süzülen gözyaşları arasında inceden mırıldanırdı. Sesi de pek güzeldi aslında.
Babam, “Bu çocuğu vuracağım ama Kadri Şençalar’a ayıp olacak. Namussuz herif, hicaz şarkı bu kadar mı güzel okunur? derdi.
Koğuşun kapısına vardık. Boyluca, çakır gözlü birisi göründü içeriden.
“Hayırdır?”
Seyit çantayı uzattı. Adam alıp içine baktı.
“Tamam,” dedi.
Arkasını dönüyordu ki durdu.
“Karnınız aç mı?”
Seyit’le bakıştık. Şimdiye kadar kimse açlığımızı sormamıştı.
Koğuşun girişindeki koridorun sonuna yürüdü. Masanın üzerinde duran dolabı açtı. Yarım ekmeği dikine böldü. İçine helva katıp bıçağın ucuyla ezdi. Çay doldurdu iki su bardağına.
"...Çocuklara verilecek en büyük koz gözyaşlarıydı.Onlar ağlayan birinin her zaman daha fazla ağlayabileceğini bilirler.Bu bitmez bir eğlence gibidir..."
Mesela diyelim güneşin daha kötü doğduğu günlerden biriydi. Ben tenekeli mahalleye bakan yolda bekliyorum.
Bir kaç evin sobası tüttü.
Dert mi yanar, eski nalınlar mı?