Ey çaresiz, dermana muhtaç, hor ve hakîr kalmış, zelîl kişiler!
Yazık ki bu nazlı ömrünüzün kıymetini bilemeyip, onu, abes işlerin gafletiyle ve bitip tükenmez isteklerin hevesiyle ziyan ettiniz.
Çünkü bu geçici dünyada, uzun vadeli işler, eksik ve bozuk fikirler ile meşgul oldunuz; neis-i emmarenin hevası içinde kendinizden geçtiniz.
Geçiciliğine rağmen dünyaya aldandınız da, kalıcı olan âhireti unuttunuz.
Yazık ki, ahiret yolu için yanınıza alacağınız, dokuz arşınlık bezden ibarettir; o da nasip olursa...
Fısıldamak , nasihat maksadıyla mırıldanarak söylemektir. Tenha bir verde olmalıdır, çünkü,
İNSANLARA HALK İÇİNDE NASİHAT ETMEK AZARLAMAK GİBİDİR.
Sağır ile kastedilen, fenalıklara kulak tutan ve Hakk kelamından yüz çevirendir.
Hâsılı; âşık, eğer alan o değilse, benim varlık hazinelerimin hakikatlerinin onda olması nedendir? diye bir müşkülata düşünce, maşûk, ilham yoluyla haber verir: “Ey benim sadık âşığım ve bana tâbi yârim... Bende gördüğün sırların sana ait olduğunu mu sanıyorsun... Yanılıyorsun... Bende gördüklerin, benim varlıklarıma ait özlerdir... Ancak sen, benim özüme muhabbet ile baka baka, senin özünün, benim âyineme duhul ettiğini fark etmiyorsun. Senin kalbindeki özden hiçbir şey alınmadığı gibi izinsiz ve sormaksızın benim hakikat ayinemden alan da sensin. Lakin, sen bende olanı kendinin sanıyorsun..."