Günbegün gölgeler uzadı, dört bir yandaki renkler altın kahverengilere ve koyu kırmızılara karıştı. Sağda solda nesneler tekdüze ufka karşı, bir iskelete özgü dinçlikle belirginleşti; meyan dallarını göğün grisinde birbirine dalayan kuru meşeler, bilgelikle aşırı yüklenmiş bilim adamları gibi iki büklüm olmuş, kırılgan fidanlar.
Bir insan komşusunu sevebilirse, kendisine saygı duyabilir; inancı varsa huzuru bulabilir; peki ama, nasıl? Tuğlalardan yapılma bir evrende, bencillerle dolu bir tımarhanede, karışıklık, didişme, dehşet, şİddetten oluşan bir atmosferde nasıl?
“Kafası bir süre büyük kentlerdeki yaşamın güçlüklerine takıldı; bir taş atımı uzaklıkta biri hunharca öldürülürken kişiye şöminesinin karşısında huzur içinde oturma izni veren, düzenli bir düzensizliğin, çılgın bir adaletin, buz gibi bir uyumsuzluğun hüküm sürdüğü, sonbahar kentleri.”