Louis Daguerre, fotoğrafçılık mesleğinde, cıva buharını yoğun bir şekilde kullandı. Temel işlemi, bir kamera obskürasında bulunan, ışığa karşı duyarlaştırılmış fotoğraf plakasını ışığa tutup, plakayı karanlık odaya götürmek ve ısıtılmış cıva banyosu üzerinde ileri geri hareket ettirmekti. Görüntünün üstüne milyonlarca cıva damlası yerleşiyordu ve görüntüyü daimi olarak sabitliyordu. Cıvanın varlığı plaka dagerreyotiplere parlaklık sağlamakta ve titiz bir detay düzeyi kazandırmaktaydı, ama aynı zamanda hayali, holografik bir görünüm de verebiliyordu. Görüntü, izleyicinin göz seviyesine ve perspektifine bağlı olarak değişebiliyordu. Daha sonraki yıllarda, Daguerre, daha hızlı hareketleri yakalamak (örneğin dörtnala koşan atlar ve uçan kuşlar) için ışığa tutma sürelerini azaltmaya çalışırken, giderek ölümcülleşen maddelerle – cıva siyanürü, nitrik asit ve altın klorür – deneyler yaptı. 1851 yılında kalp krizinden ölünceye kadar çeşitli fiziksel şikâyetleri olan Daguerre, muhtemelen bu maddelerin ne kadar zararlı olduğunun farkında değildi.
Baudelaire, Niépce, Arago… Bohem hayatlar, güzel fahişeler, cıvayla dumanlanmış kafalar… Dagerreyotipin, fotografik görüntünün mucidi Louis Daguerre. Kıyamet kopmadan listesindekilerin fotoğraflarını çekmek için yollarda. Ve bir öpücük. Her başarıyı gölgeleyen, hesabı sorulmamış bir son öpücük. Devrim sonrası Fransa’da geçen, başrolünde Louis Daguerre’nin olduğu etkileyici bir roman.