Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar

Erdal Atabek

Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar Sözleri ve Alıntıları

Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar sözleri ve alıntılarını, Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar kitap alıntılarını, Çocuklar Büyükler Ve Tavşanlar en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
-Çocuğumuz bizim için ne ödüldür, ne de cezadır. Çocu­ğumuz, dünyaya bizim tarafımızdan getirilmiş ‘ayrı bir varlık’tır. Aslında ‘ödül ve ceza olan’ çocuk değil, bizim tutumlarımızdır. - 'Ödüller ve cezalar’ın çocuk için uygulanması, bizim iste­diklerimiz ya da istemediklerimiz için olmamalıdır. Bu uygulama­lar, ‘çocuğun davranışlarının doğru ya da yanlış olduğunun bizim tarafımızdan anlatılması için’ yapılmalıdır. Bu da ancak, çocuğun davranışının ‘kendi gelişimi içinde objektif değerlendiril­mesiyle’ olacaktır:
Sayfa 122 - pdf
Bilinçli annelik
Çocuklardan sevgi beklerken, saygı beklerken onlara da sev­gi göstermenin, saygı göstermenin gerektiğini bilmek ‘bilinçli anne’nin önemli bir kuralıdır. Sevgi ve saygıyı göstermelik, yap­macık, bir şey kazanmak için yapılan içi boş davranışlar yerine içtenlikli, gerçek, geliştirici davranışlar olarak benimsemek ancak bilinçli davranışlarımızın ürünü olabilir. Günümüzde bu kavramlar değişik amaçla insanları duygu yoluyla sömürmenin araçları kılın­maktadır. Oysa sevgi de, saygı da insanların temel erdemlerindendir. Onun için de bu davranışlarımızı içtenlikli, gerçekçi, geliş­tirici kılmak çocuklarımıza çok küçük yaşlardan başlayarak verdi­ğimiz örneklerle yakından ilgilidir. 'Bilinçli anne’lerin bu konudaki görevleri de çok önemlidir. ‘Bilinçli anne', çocukları için hayatı kolaylaştırmanın yolunu, ‘gereken her şeyi onlar için yapmak’ olarak algılamaz. Bunun doğru yolu, ‘çocuklarımıza hayatı kolaylaştırmanın doğru yolları­nı öğretmek’tir. Her şeyi onlar için hazırlayan, bunun için çalışan didinen anneler ve babalar gerçekte onlara yardım etmek yerine onları hazırcılığa, kolaycılığa, her şeyi başkalarından beklemeye, tembelliğe alıştırmaktadırlar. Oysa doğru bir insan yetiştirmek isti­yorsak, ‘kendi hayatını kurabilen, kendi geleceğini hazırlayan, kendi gücünü arttırarak hayata katılabilen’ çocuklar yetiştirmeyi öğrenmeliyiz. Bir Çin atasözünün dediği gibi: ‘Birisini bir kez doyurmak isti­ yorsanız ona balık verin. Eğer hayatı doymasını istiyorsanız ona balık tutmayı öğretin’
Sayfa 28 - pdf
Reklam
Ve çocuklar...
‘Sonra yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söz aldı ve bize Çocuklar’dan söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler. Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar. Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değil­dirler. Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler. Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır. Onların vücutlarını çatabilirsiniz ama canlarını asla. Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve siz­ler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz. Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünkü hayat ne geriye gider, ne de geçmişle ilgilenir. Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsı­nız. Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edin­miştir ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için kendi gücüyle sizleri gerer. Yayı gerenin elinde seve seve bükülün. Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever. HALİL CİBRAN - ‘Ermiş’
Sayfa 16 - pdf
‘İnsan neden kitap okur?’ sorusu değişik biçimlerde yanıtla­nabilir. 'Merakını gidermek için’, ‘zaman geçirmek için’, 'uykusu­nun gelmesi için’, ‘bilmediği konuları öğrenmek için’, ‘kendinden başkalarının hayatını öğrenmek için', ‘hayallerini doyurmak için' gibi yanıtlar bunların bazılarıdır. ‘Neden kitap okumuyorsunuz?’ sorusunun da toplumumuzda yaygın iki yanıtı vardır: ‘Zamanım olmadığı için’ ve ‘kitap alacak parayı bulamadığım için’ Aslında ‘kitap okumaya zamanı olmamak’, zamanı kullanma becerisinin gelişmemesiyle ya da kitap okuma isteğinin, alışkanlığının olma­masıyla açıklanabilir. ‘Kitap alacak parası olmamak’ da bir önce­likler sorunudur.
Sayfa 13 - pdf
Güven ve Güvensizlik (0-1 yaş)...
Çocukluğun ‘bebeklik’ ya da ‘süt çocukluğu’ dediğimiz 0-1 yaş arasında ‘çekirdek çatışma’, ‘güven’ ve ‘güvensizlik’ arasın­da yaşanır. Çocuğun acıkması ‘güvensizlik’tir, doyurulması ‘güven’ Çocuğun altının kirlenmesi ‘güvensizlik’tir, temizlenmesi ‘gü­ven’ Çocuğun ağlaması ‘güvensizlik'tir, yardım edilmesi ’güven’ Annenin uzaklaşması, ‘güvensizlik’tir, gelmesi ‘güven’ Ani ve parlak ışık ‘güvensizlik’tir, hafif ışık ‘güven’. Tiz sesler ‘güvensizlik’tir, yumuşak ses ‘güven’. Soğuk ‘güvensizlik’tir, sıcak ‘güven’. Bunaltıcı sıcak 'güvensizlik’tir, ılık serinlik ‘güven’ Bu döneminde bebek, kendisini rahat ettiren, kendisine mut­luluk veren her şeyi ‘güven’, kendisini rahatsız eden şeyleri de ‘güvensizlik’ olarak algılar.
Sayfa 84 - pdf
Bebek, sen farkında değilsin ama bütün bu olup bitenleri bilseydin çok gülerdin. Ellerini kollarını sallaya sallaya öyle gülerdin ki, çevrendekiler de gülmeye başlarlardı. Ama öyle kaygısız gülüp durma bakalım, senin sorumluluk sıran da gelecek. Her­kes senden öyle şeyler bekleyecek ki şaşıp kalacaksın. İlerde ‘böyle olacağını bilseydim geldiğim yere geri dönerdim' desen de boşuna. Hiç kimse geldiği yere geri dönemez. Gemileri yak­tın, köprüleri attın, artık yaşamak zorundasın. Yaşamak ve müca­dele etmek zorundasın. Ama hiç kuşku duyma. Elinden geleni yapacaksın ve yaşamayı başaracaksın. Benim hiç kuşkum yok.
Sayfa 20 - pdf
Reklam
Çocukları doğru yetiştirebilmek için, öncelikle doğru yetişkin olabilmiş büyükler gerekmektedir.
Oysa ‘disiplin’ sözcüğü aslında Latince ‘discipulus’ sözcü­ğünden gelir ki, bu sözcüğün kökü de ‘disco’dur ve ‘öğrenme’ anlamını taşımaktadır. ‘Disiplin’; ‘eğitim’, ‘öğretim’, ‘bir işi uygun kurallarıyla yap­mayı öğrenmek', ‘bir işi en uygun biçimde yaparak başarmak’ anlamlarına gelir. Onun için de ‘bilim disiplini' dendiği zaman, bir bilim dalının öğrenilmesi için gerekli olan kurallar dendiğini anla­mak gerekir. Onun için de anlamını pek bilmeden kullandığımız ‘disiplin’ sözcüğü, hiç de sandığımız gibi ‘zorlama, sıkılama, baskı altına alma, ceza verme' anlamlarına gelmez, tersine, ‘başarılı olmanın, verimli olmanın yollarını öğrenme’nin karşılığını taşır.
Sayfa 125 - pdf
Toplumsal görevlerimizin başına bunu da koyalım!
Bugün içinde yaşamaktan yakındığımız, sorunlarından bıkıp usandığımız ‘kent'leri, uygarlık adına bizler yapmadık mı? Her gün yenilerini yapmakla da övünmüyor muyuz? Oysa belki de yaptığımız her şeyi, yaşadığımız her şeyi yeniden yeniden düşün­memiz gerekiyor. Bunları ormanlar yanarken, ırmaklardaki balık­lar ölürken, susuz kalırken, trafik keşmekeşini yaşarken akletmenin bir yararı yok. Ne yaptığımızı, neden yaptığımızı, nasıl yaptığı­mızı daha baştan düşünmemiz gerekiyor. Böyle düşünebilmeyi, ‘çocuklarımıza öğretmemiz gereki­yor' Çocuklarımıza doğayı tanıtmamız gerekiyor, doğanın içinde olmayı yaşatmamız gerekiyor, doğanın bir parçası olduğunu anımsatmamız gerekiyor. Yoksa, ‘doğayı sevelim’ sloganıyla, bunu defterlere yazdırarak, çocuklarda ‘doğa bilinci’ oluşturdu­ğumuzu sanarsak yanılırız. Bilinç, bir öğreti değil, bir yaşama ürü­nü olduğu zaman kalıcıdır, etkilidir, işlenmiş, yorumlanmış, özümsenmiş bilgilerdir. Gerçek kentler de, toprak üstünde yağmacı yığılmalar yeri­ne, 'doğa içindeki insan yerleşmeleri’ ile hayatımıza girecektir. Mutlu olmak istiyorsak, çocuklarımızın mutlu olmalarını isti­yorsak, kendimizi kovduğumuz cennete geri dönelim, doğa ile iç içe yaşayalım. Çocuklarımıza doğayı yaşatalım, doğayı anlamalarına yar­dımcı olalım.
Sayfa 117 - pdf
Toplumun Etkisi..
Çocuklarımız bugün anne babalarından çok televizyon rek­lamlarıyla, pop şarkılarının ritme eşlik eden sözcükleriyle karşılaş­maktadır. Bu sözcükleri, bu tümceleri öğrenmekte, bunları taklit etmektedirler. Bundan kaçınmak hemen hemen olanaksızdır. O zaman bütün bunları bilerek çocuğun dil gelişimine doğru katkı­ da bulunmanın önemini anlamamız gerekiyor. Çocuğu doğru geliştirmek için; -Anadil gelişimine çok önem vermeliyiz. -Sözcük hâzinesinin gelişimine önem vermeliyiz. -Sözcükleri doğru anlamlarıyla kullanmasına önem vermeli­yiz. -Hece vurgularının doğru öğrenilmesine önem vermeliyiz. -Konuşma isteğini desteklemeliyiz. -Çocuğu susturmanın, durdurmanın yanlış olduğunu bilmeliyiz. -İstemediğimiz sözcüklerin kullanımını doğal karşılamalıyız. -İstediğimiz sözcüklerin kullanımını pekiştirmeliyiz. - Dil-kültür bağlantısını bilmeliyiz. Bugün üniversite öğrencisi olmuş gençlerimizin bile çoğu kez kalabalık karşısında konuşmaktan çekinmeleri çocukluk dönemlerinde yeterli desteği alamamalarından, toplum önünde konuşma pratiklerinin olmayışından önemli ölçüde etkilendikleri­ni ortaya koymaktadır. Televizyon spikerlerinde bile 'Türkçeyi iyi konuşamama’, sözcükleri kullanma güçlüğü, yanlış vurgular gibi önemli eksiklik­ler görülmektedir. Oysa, güçlü bir kültürün temelinde ‘anadilini iyi kullanma’ etkeni çok önemlidir. Her alanda başarının ‘gelişkin bir dil iletişimi’ ile olduğunu, zengin bir kültür altyapısıyla desteklendiğini unutmadan çocuğu­muzun dil gelişimine yardımcı olabilmeliyiz.
Sayfa 64 - pdf
Reklam
Oyuncak da çocuğun oyunu için gereken nesnelerdir. Onun pahalı olması, büyük ya da küçük olması,ithal ya da yerli olması çocuk için önemli değildir, bunları önemseyenler büyüklerdir.
Bu toplumun insanları neden hep birilerinin çıkıp kendilerini kurtarmasını bekliyorlar? İnsanlar neden sadece kendi haklarını insan hakkı sayıyor, başkalarının hakkını çiğnemekten çekinmiyordu? Başkalarının hakları çiğnenirken neden kayıtsız kalıyorlardı
ÇOCUKLARA YÖNELİK ÖDÜL VE CEZALARIMIZ...
Genel olarak da ‘ödül’den anladığımız, çocuklarımıza aldığı­mız armağanlarla onları sevindirmektir. ‘Ceza’ dediğimiz zaman da çocuğa uyguladığımız yaptırımları anlarız. Böylece ‘ödülleri­miz’, onlara çikolata almak, parka götürmek, balon almak, don­durma yedirmek, ayakkabı, giysiler, oyuncaklar, sonra da bisik­let, fotoğraf makinesi, bilgisayar almak gibi eşyalar, nesneler olur. ‘Cezalarımız’ da, kızmak, bağırmak, azarlamak, sevdiği şey­lerden yoksun bırakmak, tehdit etmek, yalnız bırakmak, utandır­mak, aşağılamak, dövmek gibi yaptırımlardır. ‘Ödüller’ için satınalma gücümüzü, ‘cezalar’ içinse fizik gücümüzü kullanırız. Oysa, bir çocuk için en büyük ödül, ‘onunla birlikte daha mutlu olduğumuzu’ ona anlatabilmektir. Çocuk için en akıllı ceza da, ‘yanlışının sonucunu ona anlata­bilmek' olacaktır. Bunları başaramadığımız sürece hayatımız bir şeyler satınalmakla, çocuğa nasıl ceza vereceğimizi düşünüp denemekle geçecektir.
Sayfa 119 - pdf
Bilişsel Gelişimi Nasıl Engelliyoruz?
12 ve üstü yaşlar için tanımlanan ‘bilgiyi her biçim­ de işleyebilme' gücü, ortaokul ve liselerde susturulan, düşüncele­ri sorulmayan, öğretilenden başka her olasılığı tepkiyle karşıla­yan bir eğitim sisteminde nasıl gelişecektir? ‘Resmi müfredat’ denilen ‘paket bilgi’nin dışına çıkmaya yönelen her çabayı önle­yen, her farklı düşünceyi sindiren, bunu yapmak için gereğinde öğrencinin öğrenim hayatını tehdit eden, her fırsatta şiddet kul­lanmaktan çekinmeyen bir eğitim sistemi hangi ‘bilişsel gelişim’e izin vermektedir? Yetkili pedagogların, kürsülerdeki psikologların, psikiyatrla­rın asıl görevi, bu soruları sormak, bu konunun görevlilerini eleş­tirmektir. Bu durdurucu, engelleyici, geriletici eğitim sistemi yerin­ de durdukça bu bilgileri kitaplara yazmanın, kürsülerde bilgi diye okutmanın ne önemi kalmaktadır?
Sayfa 61 - pdf
BEBEĞİN VAROLUŞ ÇABASI...
Yeni doğan bebek yaşamanın acemisidir ama kendi varlığını duyuracak kadar güçlüdür. Daha doğar doğmaz kendisi için gerekli araçlarını kullanmaya başlar. Bunlar, elleridir, ağzıdır, sesi­dir. Önüne gelen her şeyi tutmaya, kavramaya çalışır, tuttuğu şeyi ağzına götürür, emmeye çalışır. Böyle yapmasaydı meme emmeyi bilemezdi ve açlıktan ölürdü. Acıktığı zaman ağlar. Sesi­ni yükseltir ve bağırır. Kendini duyuramazsa kimse yardımına gelemez. Ama bebek ağlar, kendini duyurur, annesinin kendisine uzattığı memeyi tutmayı başarır, oradaki sütü emme başarısını gösterir. Bütün bunlar ‘refleks’lerdir. Henüz bilinçli bir çabanın ürünü değildir ama bebek bu refleksleriyle ‘varolur’ Ağlayarak kendini duyurması bir ‘varoluş’ çabasıdır. Kendini korur. Kendisine veri­len sütü emerek beslenmesini başarır. Annenin onu besleme içgüdüsüyle bebeğin beslenme içgüdüsü hayatın içindeki üretici buluşmalardır. Bunlarda -eğer dikkat edilirse- hayatın sürmesine ilişkin güçlü itilişler olduğu görülecektir. Sonradan dilimizde de çok kullanılan bir atasözüyle, ‘ağlamayan çocuğa meme vermez­ler’ sözleriyle bebeğin bu davranışı bir yaşama prensibi olarak kabul edilecektir.
Sayfa 38 - pdf
50 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.