Bugün içinde yaşamaktan yakındığımız, sorunlarından bıkıp usandığımız ‘kent'leri, uygarlık adına bizler yapmadık mı? Her gün yenilerini yapmakla da övünmüyor muyuz? Oysa belki de yaptığımız her şeyi, yaşadığımız her şeyi yeniden yeniden düşünmemiz gerekiyor. Bunları ormanlar yanarken, ırmaklardaki balıklar ölürken, susuz kalırken, trafik keşmekeşini yaşarken akletmenin bir yararı yok. Ne yaptığımızı, neden yaptığımızı, nasıl yaptığımızı daha baştan düşünmemiz gerekiyor.
Böyle düşünebilmeyi, ‘çocuklarımıza öğretmemiz gerekiyor' Çocuklarımıza doğayı tanıtmamız gerekiyor, doğanın içinde olmayı yaşatmamız gerekiyor, doğanın bir parçası olduğunu anımsatmamız gerekiyor. Yoksa, ‘doğayı sevelim’ sloganıyla, bunu defterlere yazdırarak, çocuklarda ‘doğa bilinci’ oluşturduğumuzu sanarsak yanılırız. Bilinç, bir öğreti değil, bir yaşama ürünü olduğu zaman kalıcıdır, etkilidir, işlenmiş, yorumlanmış, özümsenmiş bilgilerdir.
Gerçek kentler de, toprak üstünde yağmacı yığılmalar yerine, 'doğa içindeki insan yerleşmeleri’ ile hayatımıza girecektir.
Mutlu olmak istiyorsak, çocuklarımızın mutlu olmalarını istiyorsak, kendimizi kovduğumuz cennete geri dönelim, doğa ile iç içe yaşayalım.
Çocuklarımıza doğayı yaşatalım, doğayı anlamalarına yardımcı olalım.