Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam 1

İsmail Kara

Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam 1 Sözleri ve Alıntıları

Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam 1 sözleri ve alıntılarını, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam 1 kitap alıntılarını, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam 1 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İsmet Özel:
"İnsanlara 'yazlığa gitme' demek durumunda değilim. Ben meselenin milli bir mesele olarak görülmesinden yanayım. Türkiye'de, sahillerde villa yapmak için kesilen zeytinliklere bir isyan olmadı. Şunu beklerdim, İslâmi hassasiyeti olan insanlar zeytin ağaçlarından yana çıkmalıydılar. Bunu savunarak bir program oluşturmalıydılar. Zeytin ağacı mı villa mı? Bir ikilem doğmalıydı. Gidişat maalesef zeytin ağacı da neymiş, 'villa kimin olsun' problemi olarak doğuyor".
Türkiye'de Aleviliği İslamın dışında, müstakil bir din, bir inanış hatta bir tür insanlık dini olarak gören yorumların varlığı da bilinmektedir. Bu türden Alevi gruplara intikal ettiğimizde mesele daha da karmaşık ve zor bir hal alacaktır. Anadolu coğrafyasında ve güney sınırlarımızda inançları ve dinî yaşantıları itibariyle İslâmla telif edilmeleri zor olan (tarihî metinlerde Ali-Allahî, gulât ve Rafizi olarak geçen) küçük Alevi grupların varlığı malum olmakla beraber bunu umum Alevilere teşmil etmek bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bir yorum değilse farklı bir siyasetin veya kötü niyetin neticesi olmalıdır. Eskiden beri camisi olan birçok Alevi köyü, Alevi-Bektaşi tekkesi var ve namazla, oruçla, hacla ilişkisi Sünniler gibi olan, camiye giden birçok Alevi bulunmakktadır. Tarihi süreç içinde ve iskân, şehirleşme, göç gibi etkiler altında giderek Sünnileşen Aleviler, aileler ve tarikat grupları da daha fazla olarak vardır. Aleviliği bütünüyle ayrı bir din, İslâm'ın dışında/ondan bağımsız ayrı bir mezhep olarak mütalaa etme düşüncesinin yerli bir düşünce olmaktan ziyade Almanya ve Fransa merkezli bir siyasî baskı unsuru olarak Türkiye'nin önüne gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu baskı AB sürecinin canlanmasıyla paralel olarak son yıllarda daha da artmıştır. Zaman içinde Almanya Aleviliği, Arnavutluk Bektaşiliği ayrı bir din olarak kabul edecektir.
Reklam
Kenan Rıfai:
"Dün doğru dediklerimize bugün yanlış diyoruz. Yarın da bugünkü neticelerin yanlış ve eksikliklerini anlayacağız, esasen tekâmül de bunu icap ettirir"
Ahmed Hamdi Akseki:
"...Ehl-i sünnet ulemasından birçoğu diyorlar ki: Kalbine gelen bir şüpheyi kaldırıp atmak ve hakikate vasil olmak için bütün gayretini sarf ettiği halde meramına nail olmadan ölen, fakat şüphe ve tereddüt içinde durmayarak hakkı bulmak yolunda çalışmış olan adam felah ve selâmeti bulmuştur. Çünkü bu adam şüphe ettiği noktada kalmayarak hakikati aramaya koyulmuş ve aklını durmadan kullanmıştır."
Ahmet Hamdi Başar:
"İslâmlık dünyayı esas tutar; akla dayanır; halk idaresini; ahkâmın zamanla değişeceğini kabul eder; hiçbir dogmaya meydan vermemek, herşeyi akıl hududu içinde mütalaa etmek ister. İslâmlığın ilk kuruluşundaki esas bozulmuş; ayrıca bir din sınıfı meydana gelmiş; onun tahakkümü ve kurduğu müesseseler cemiyeti harap etmiş; bugün din ortadan kalkmıştır. Bizce lâiklikten anlayacağımız mâna, din ile dünyayı ayırmak değil, dinin ayrı bir sınıf elinde olarak dogmalaşmış esaslara bürünerek dünya işlerini tahakkümü altında bulundurmasının önüne geçmektir..."
Mehmet Akif Ersoy:
"Ya açar Nazm-ı celilin bakarız yaprağına; Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur'an bunu hakkıyle bilin, Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!"
Reklam
Samiha Ayverdi (Kenan Rifai hakkında)
O, ilimle din atışmasının, ancak iyi anlaşılmamış bir ilim görüşü ile iyi anlaşılmamış bir din görüşü arasında olabileceğine inanıyordu. Zira büyük dinlerin mahiyet ve gayeleri üzerinde kâfi derecede bilgi sahibi olmadan ve basit bir iman planı içinde birtakım dogmalara saplanıp kalarak zamanımızın icapları ile atbaşı giden müspet bir dünya görüşüne sahip modern insan tipine nasıl varamazsak, din softalığını müdafaa ederek ve insanı birtakım ilmî dogmaların esiri yaparak ikinci bir çıkmaz yola düşülebileceğinden de aynı derecede endişe duyuyordu. İlim ve din çatışmasında körü körüne bir din müdafaası tutturmak gafletine düşenlerle nasıl amansız bir mücadeleye girişmişse, tabiat sırlarından birkaçına el atan ve bu yüzden de hayata karşı ilâhlar gibi tavır takınan ilim adamlarını da aynı derecede zararlı bulurdu. Birinciler cehalet ve taassuplarından, ikinciler cehaletlerine eklenen kibir ve nahvetlerinden dolayı onun ülfet çemberinin dışında kalıyorlardı.
Yunus Nadi:
Bugünki vatandaş için hayat ve dünya meseleleriyle uğraşmak hususunda bütün kapılar açıktır. Ahiret meseleleriyle uğraşmak için de vatandaş en geniş mânasıyla hürdür, istediği şeye inanır.
Böylelikle herhalde Einstein, Cübbeliden daha çok cennetlik olabilir :d
Üstünlük, ancak kulluğunu bilmek, vazife aşkı ve fazilet hissiyle meşbu olarak insanlığın yükselmesine ve umumi tekâmüle daha çok hizmet etmiş olmakladır. İnsanlığın en büyük miyarı işte budur.
Ahmed Hamdi Akseki:Kitabı okudu
... Ahlâk alanıyla ilgili bu problemler yanında bir diğer mühim mesele belirleyicilik açısından siyasetin ahlâkın yerini alması, bir başka ifade ile ahlâkın da siyasetin güdümüne terkedilmesidir. Yakın zamanlara kadar halkın hafızasında bütün kuvvetiyle yaşayan, "nasılsanız öyle idare edilirsiniz" kalıp ifadesi, siyasetin aldığı/alacağı şekli ve muhtevayı ferdi veya ictimai ahlakın, yaşantının tabii bir uzantısı ve devamı olarak görürken, İslâmcı söylem siyasî iktidar ele geçmeden ve tahkim edilmeden ahlâkın kıvam düzeyde veya "doğru" bir tarzda teşekkülünü imkânsız veya zor görmektedir. Bu meseleye, siyasi bir problem olarak İslamın, aşağıdan yukarıya doğru mu (birinci sırada ahlâk) yoksa yukarıdan aşağıya doğru mu (birinci sırada siyaset) sirayet edip yayılacağı zaviyesinden de bakılmalıdır". Bu hat üzerinde İsmet Özel şöyle bir soru vaz edecektir: "Güçlü bir topluma ulaşıp onun müslümanlaşmasına mı, müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlendirilmesine mi çalışacağız?" Ne yazık ki bu soru hâlâ ciddiyeti ve ağırlığı ölçüsünde tedavüle girmiş, izi takip edilmiş, tartışılmış bir soru değildir.
Reklam
Musa Kâzım:
"-İyi ama, bu dünyaya bu kadar ehemiyet verilir mi? [diyorlar]. Evet, verilir. Çünkü verilmezse mahvoluruz. Ba-husus bu asır asr-ı terakkidir. Katiyen ihmal etmemeli. Zaten dünya olmazsa ahiret de hiç olmaz. Zira dünya ahiretten mukaddemdir. (...)-Adam... bugün rızkım var, yarın Allah kerim... [diyorlar]. Bunlar saçma şeylerdir. Böyle şeyler olmaz. Çünkü bu gibi fikirler hayatı, daha doğrusu İslamiyeti mahva sebep olur. Onun için hem dünya hem ahiret için çalışacağız. Fakat evvelâ dünyayı (...) imar lazım. (...) Bir de dünya mamur olmazsa memleket batar. O vakit ne din kalır, ne namus, ne iman. Demek oluyor ki dünyaya çalışmak farzdır" (vurgular bizim).
Manastırlı İsmail Hakkı:
"-'Artık ne çare? Ahir zaman geldi ne kadar çalışsak boştur' [diyorlar]. Böyle diyerek meskenetle yaşamalı, öyle mi? Hükümet-i müstebidde (II. Abdülhamit'in istibdat yönetimi] böyle iş'a etmişlerdir. Elbet böyle olacakmış. Hükm-i zaman imiş, müslümanlar ezilecekmiş. (...) "Böyle[ce] kanaati ataletle tefsir ederler... Kanaat bu demek mi? Kanaat demek âlemin malina hırs etmemek, nasibine kani olmak. (...) Yoksa meskenet demek değildir. (...) "Nas içinde ahireti dünya için terketmişler var: Dünya yeter bize! diyorlar. Bir kısmımız böyledir. Asıl fenalık budur. Lakin öbürleri de fena. Onlar şöyle diyorlar: Bize ahiret lazım, dünya nemize lazım? Tenbellik ederler, işten çekiliyorlar, hainlere meydan veriyorlar. Ne yaparlar? Kimi tekkeye çekilir, kimi Mekke'ye çekilir. Bazıları da evinde oturur. (...) İşi gücü terk ile küse-i inzivaya çekilmek hamiyetsizliktir. (...) Bu gibi insanlar cemiyet-i beşeriyeden sayılmaz. Onlara 'insan' ıtlak etmek abestir. Ne cismen, ne fikren insanlıkta bir alakaları yoktur. Onlar bu cemiyet efradından ma'dûd değildir".
Reşid Rıza:
"Kıyametin yakın olduğuna, ondan evvel de behemahal 'din'in dûçar-ı zaaf olacağına, Müslümanların parça parça olarak herbiri bir tarafta mahvolup gideceklerine dair; her asırda vücudu eksik olmayan cahil vaizlerin, beyinsiz serserilerin budalaca telkinatları, muhakemeden âri olan safsataları dolayısıyla bu mesele Müslümanları pek fena bir surette mutazarrır ediyor, onları sa'y u amelden alıkoyup her türlü zillet ve meskenete, en basit, pek fena bir maişet-i hayatiyeye razı olmakta berdevam kılıyor".
Devrimizde de gerçekleşti maalesef
... İslâmcı siyasî liderler bu işte eşsiz kahramanlar gibi görünüyor. Halifeyi getireceğini, Ayasofya'yı açtıracağını, hattâ meclisi Ayasofya'da toplayacağını söyleyen bu liderlerden biri, İslâmın devrimizde benzeri bulunmayan istismarcılığını yapmaktadır. şüphesiz ki İslâmın böylesine istismar edilişi, hem dinimize hakaret hem de milletle alay teşkil etmektedir. İslâm dinini, ikbale ulaşma ihtirasına âlet olarak kullanmasındaki vebalin cezasını elbette Allah'tan görecektir. Masum bir milletin kalbiyle oynamanın cezasını da bu millet çektirecek. (Nurettin Topçu)
Nurettin Topçu:
İslam dini, insanın ahlâk yapısını bütünlemek için gönderilmişti. Bütün özellikleriyle bir ruhi atletizm teşkil eden İslâmî yaşayışın bu ana davası zamanla unutuldu. Ruhlardaki ilâhî otoritenin idare edicilerin elinde silah olarak kullanılması Abbasiler devrinde başladı. Başta Mansur olmak üzere Abbasi halifelerinin birçoğu İslâm adına, gerçek hak davacıları olan büyük ruhları çiğnediler, sayısız cinayetler işlediler. Allah'a adanmış nice başlar kopardılar. Bunların etrafında vicdansız kazançları hak, cinayetleri meşru, merhametsizliği mubah göstermeye kabiliyetli mürailerden ibaret, gözleri devlet hırsiyle kararmış bir sözde din adamları sınıfı meydana geldi. Ulema denilen bu kara kaplı kitap taşıyan dalkavuklar güruhuna dayanan halifeler, İmam-ı Azam ile Hallac-ı Mansur'un insafsız katilleri oldular. Sonraki asırlarda aynı zulmün kanlı eli daha nice büyük başlar kopardı. Kaide makinesi gibi her devrin ceberrutuna elverişli kaideler koyan sahtekârlar iktidar ile elele verip, halkı uyutma yolunda çalışırlarken ruhları uyuşturucu ilaçlar kullanıyorlar, bol bol Kur'an okuyorlar, dua diye kopardıkları feryatlarla halkı ağlatıyorlar ve ibadet diye çok çok tekrarlanan beden hareketleri tavsiye ediyorlardı. Onlar cennetin anahtarlarımı böylece biraz daha pahalıya satmakta fayda buluyorlardı.
68 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.