Franz Kafka'nın bu nadire eseri, açık bir şekilde ifade etmese de bir distopya ortamı sunuyor bizlere... Bu distopya, 20. yüzyılın hemen başlarında insanlığı esir alan bir kuşatmalı hayat biçiminden bahsetmektedir. İnsanlar nedenini bilmediği şekilde bir gün tutuklanabilmekte ve bu her yerden kuşatmayla hayatını sürdürmektedir. Bu korku türündeki distopyada, dönemin insanlarında hakim olan en üst duygu, korkudur. İnsanlar birbiriyle iletişim kurma yetisini ve bunun için gerekli olan dili kaybetmek üzeredir.. İnsan ilişkilerine bir resmiyet gelmiştir.
Roman, ana kahramanımız Josef K. ve onun mücadelesi üzerinden yürüyor. Josef, bir sabah uyandığında kendini hiçbir türlü bilmediği bir sebepten dava edilmiş ve tutuklanmış buluyor. Gündelik yaşamına devam edebileceği bu tutuklamada, hep gözetim altında tutuluyor. İlk başta nedeninin anlamasa da Josef, bu tutuklamayı sorgulamaya ve özgürlüğü için her yolu denemeye başlıyor. Bir müddet sonra bu korku ve endişeye yenik düşüyor ve artık bu tutuklamayı normal görmeye başlıyor. Kafka, kendisinde bolca bulunan umutsuzluk, korku, yitirmişlik, teslim olma gibi duyguları Josef üzerinden yine ustalıkla yönetmeyi başarıyor. Beni çok yakalayamasa da; Kafka'nın dili, dönemin çerçevesi ve Kafka`nın karamsarlığı yansıtma gibi özellikleriyle okunması gerek