"İçim bomboş.
Ağlamışım ağlamışım da boşalmış gibi boş.
Kendi cenazemin başında durmuşum sanki.
Öyle bir soğukluk. Her şeye karşı.
Anlamı yok bazı şeylerin. Ben de veremiyorum.
Aslında o kadar çok şey var ki.
Anlatabileceğimi sanmıyorum. Denemiyorum o yüzden.
Bir şey değişmiyor zaten.
Konuşabileceğim kimse yok.
Hiç kimde yok.
Yoruldum her şeyin doğrusunu yapmaya çalışmaktan."
"Söylediği, sustuğu her kelimeyi, giydiği kazağı, ceketinde iliklediği düğmeyi, hatalarını ve sevaplarını, gördüğü bordür taşlarını bile. Ne mutluluğu, ne sıkıntısı, ne öfkesi, ne gülüşü, ne bakışı benim değil oysa."
Sade bir dille yazılmış , üslubu beni çok etkileyen hikâyeler vardı.
Okurken birden sert bir zemine çarpıyorsunuz bazen de sanki yere kapaklanıyorsunuz. Ardından bir cümleyle, anlattığı bir hadise ile sizi sert bir yere çarpan yazar bu defa oradan kaldırıyor. Bir süre oyalıyor ,sonra tekrar... Hüznün, acının, mutluluğun sıradan bir hava estirip de anlatılması, bazen acının espri ile aktarılması, bu güçlü kavramları büyütmüş. Hikâyeler öyle kolay şeylerden bahsetmiyor fakat kendilerini çok kolay okutuyorlar. Bazen bir hikâye bitince aslında ağır bir şeyi okuduğunuzu anlıyorsunuz. Bu noktada yazarın kalemi devreye giriyor . Cümleler seçile seçile yazılmış.Bu cümlelere kelimeler nakış gibi işlenmiş.
Hikâyeler ne anlatırsa anlatsın ki, içinde ölüm olanlar dahil, hep huzurdan yanaydı. Ne okursanız okuyun altta bir yerde bir huzur duyuyorsunuz.
Kapak resmi Mustafa Kutlu tarafından yapılmış .
Bazı hesapların ahirete kalması en doğrusu. Geniş geniş sorar, anlatırsın. Üç günlük dünyada hesap kitapla uğraşmaya değmez. Valla bak. Sırtındaki küfeyi yere bırakır gibi bırak, devam et. Yüktür bağışlamamak. Unut. Kurtar paçanı.