“Eskiden ‘Kimsiniz?’ diye sorulduğunda ve cevap ‘Güçlü bir adam' olduğunda, bu zengin bir adam olduğunuz anlamına da gelirdi. Şimdi ise, 'Kimsiniz?' diye sorulduğunda ve cevap ‘Zengin bir adam' olduğunda, bu güçlü bir adam olduğunuz anlamına geliyor.”
Hukukun [jus] geçerliliğinin adil olmaktan mi [jus quia justum] yoksa emredilmesinden mi [jus quia jussum] türediğine ilişkin asırlardır sorulagelen sorunun karşısında, yasal pozitivizm kesinlikle ikinci safta yer alır.
Devlet kurma sürecinin bazı yönleri, örneğin eğitim sisteminin geliştirilmesi, o devletin nüfusu içinde bir ulus olma duygusunu yayma amaçlıdır. Yani, bu duygunun zaten var olduğu farz edilmez; önce bu duygu oluşturulur ve karşılığında devlet kurmakla ilgili diğer özelliklere yönelinmesi ve bunların desteklenmesi beklenir.
Pazarda bir araya gelen birbirine yabancı kişiler ulus olma duygusunu derinden hissederlerse, yerel topluluklarda görülen o uzun, sürekli ve karşılıklı tanıdıklığa dayanan güven duygusu kendiliğinden ortaya çıkar ve böylece karşılıklı sözleşmeler içeren ilişkilere girmeleri kolaylaşır.
Devlet (en azından bu kavramın bir yorumuna göre), uyruğundakilerin/yurttaşlarının tinsel refahını veya dinsel birimlerin refahını sağlama sorumluluğunu reddettiği, dinsel inançları ve bireylerin dinsel pozisyonlarını göz önüne almaksızın faaliyetlerini kendi amaçları doğrultusunda yürüttüğü ölçüde sekülerdir.
Gerçekte ideal olan, zor kullanımının siyasal eylem çerçevesi içinde arka planda potansiyel bir yerinin olması, bunun yerine, sadakat, görenekler, ortak avantajlar, inanç ve yükümlülük gibi unsurlarla doğrudan ilintili olan farklı süreçlerin ön planda kalmasıdır. Hegel'in dediği gibi, emirler bile korkudan ziyade mümkün olduğu kadar Einsicht und Gründe ile, yani (sözcüğü sözcüğüne) 'içgörü ve gerekçeler'le ilintili olmalıdır. Emirlerin, bağırarak ya da tehdit edici el kol hareketleri ile değil, net bir bir şekilde kelimelerle ifade edilmesi en doğrusudur (Napolili bir adamın çölde kendisini yakalayarak ya Müslüman olması ya da kazığa oturtulması seçeneklerini veren Bedevilere verdiği söylenen cevapta olduğu üzere: 'Kazığa oturtulmaya hayır, diğerini tartışalım.')
Popitz'in dediği gibi, "bireylerin birbiriyle karşı karşıya geldiğinde kaygı, korku ve ıstırap yaşadıkları gerçeğini, yani insan yaşamının en temel yönlerinden birini bütünüyle yok etmek asla mümkün değildir."
“Yönetilenin aleyhine yöneteninse lehine olan bir durum varsa, o da şudur: İnsanoğlunun öylesine bir terkibi vardır ki, canlı olduğu sürece, birilerinin ona yapabileceği yeni bir şey her zaman bulunur.”
Açıkçası, beğendim diyemem. Neden böyle düşündüğümü, içindekiler kısmından yola çıkarak anlatmaya çalışacağım. Kitabı okumadan önce kapak başlığından yola çıkarak şöyle bir hüküm vermiştim: Bu kitap, Avrupa'nın devletler düzenini sistematik olarak inceleyecek. Fakat tahmin ettiğim gibi çıkmadı. Birbirinden kopuk metin parçaları okudum. Mesela