“Yüz binlerce insan avuç içi kadar bir yere toplanıp üst üste yaşadıkları toprak parçasını çirkinleştirmek için var güçleriyle çalışmış olsalar; üzerinde hiç bir şey yetişmesin diye her yanına taş dikmiş, filizlenen her otu kökünden koparmış, çevredeki tüm ağaçları kesmiş, tüm hayvanları, kuşları uzaklaştırmış olsalar bile gene de ilkbahar ilkbahardı…”
Hayatımızın sahibi olduğumuzu onun bize zevkimiz için verildiğini sanıyoruz aptalca. Gerçekten de aptallık bu. Buraya gönderildiğimize göre birisi, bir görevle yollamış olmak gerekir bizi. Oysa yalnızca kendi sevinçlerimiz, kendi mutluluğumuz için yaşamamıza karar vermişiz biz. Mal sahibinin istediğini yapmayan işçi gibi bizim de sonumuzun kötü olduğu kuşku götürmez. Dünyanın sahibinin isteği de bu emirlerde var. Bu emirlere uysalar insanlar, yeryüzü cennete döner; insanlar akıllarının ucundan geçiremeyecekleri bir mutluluğa erişirler. Mutluluğu, gerçeği arayın, gerisi verilecektir size. Oysa biz arıyor, tabii bulamıyoruz. Asıl görevim, hayatımın amacı bu işte. Biri gitti, öteki başlıyor.