Bağımlılığın yalnızlığı gidermenin yollarından biri olduğunu söylemek, yanlış bir izlenim vermek olur. Bağımlılığın giderdiği şey, hücre hapsinin getirdiği duyusal yoksunluktur. Ve hücre hapsi, şu ana kadar belirttiğim gibi, dört duvarı, kilitli bir kapıyı ve bir gardiyanı gerektirmez; yalnızca dünyayla olan doğal karşılıklılık duygumuzu yitirmemiz ve elimizden geldiğince bu yitimi gidermeyi deneyecek kadar acıyla onun bilincinde olmamız yeterlidir.
"Bazen yalnız olmaktan duyduğum coşkuya, bu duygudan açık biçimde ayırmakta güçlük çektiğim bir başka duygu eklenirdi: Kollarım arasında sıkı sıkıya tutabileceğim bir köylü kızının gözlerimin önünde belirmesi arzusunun harekete geçirdiği bir duygu."
Soi [insanın kendisi] kendini ölü, yaşamın kaynağından kopmuş duyduğunda ben olur; ancak bu, genç Marcel için bilinçli
bir tutum olmaktan çok bedenin bir itkisidir, tıpkı üzüntülü ruh halleri içinde Wordsworth ile Coleridge için olduğu gibi. İnsanın yaşıyor olduğunu bilmesinin, ancak bunu hissedememesinin; daha çok yaşamın var olduğunu, ama başka bir yerde bulunduğunu ve kendisinin bir biçimde ondan kopmuş olduğunu hissetmesinin getirdiği bir durumdur. İnsanın bir başkasına dokunmakla azaltılabileceğini hissettiği bu belli belirsiz, belirli bir odağı olmayan özlem, gerçekleştirilmesi için çok az şey gerekiyormuş gibi göründüğü, buna karşılık o çok az şey, her şey demek olduğu için böylesine engelleyicidir.
Merleau-Ponty'nin La prose du monde'da (Dünyanın Düzyazısı) belirttiği gibi, aynaların getirdiği zorluk, çok fazla şey
göstermeleridir. Normal yaşam akışı içinde bedenimi aynada gördüğüm gibi görmem. Bedenim, aynada olduğu gibi bakışıma açık bir nesne değildir; bakan, hisseden, hareket edendir. Benim açımdan dünya, onu gördüğüm için değil, onun bir parçası olduğum için vardır.
Normal yaşam akışı içinde, bakmam, yalnızca görürüm. Ama görme alanımı çevreleyen bir çerçeve varsa, alanla ilişkim
değişir. O çerçevenin içinde olan şeyler hemen beni yakalar, incelenmeyi ister. Aynı zamanda, çerçevenin içinde olan şey dünyanın kalanından ve benden kopmuştur. Aynaların kendilerine özgü dehşeti ve çekiciliği, bize dünyayı normalde yaşadığımız şekliyle değil, bakışımıza açık, buna karşın ulaşım alanımızın sonsuza dek ötesinde olarak sunmalarında yatar.