Mutlu günler herkese! Dorian Gray'in Portresi uzun zamandır almadığım kadar keyif almamı sağlayan bir kitap oldu benim açımdan. Altı çizilesi o kadar cümle vardı ki, tekrar tekrar okumaya ve üzerinde düşünmeye doyamadım. İlk defa bir kitaba ne olur bitme diye yalvarırken buldum kendimi. Kitaba gelecek olursak, kitapta geçen üç karakteri Freud'un yapısal kuramında geçen id, ego ve süper ego kavramlarını sembolize ediyor diye düşündüm. İd: Dorian zevklerinin, ihtiyaçlarının peşinde koşan, yarını düşünmeyen bir karakterdi. Lord Henry, hazcılığı savunsa da, aklı rehber edinen gerçekçiliğe en yakın olan taraftı. Bu nedenle ego'yu temsil ediyordu. Basil ise tutucu, gelenekleri savunan bir karakter olduğu için süper egoydu benim için. Aslında her insanın zihninde bu üç bilinçdışı kavramdan birinin baskın olarak yer alması, kitapta insanı bazen Basil, bazen Henry, bazen de Dorian yapıyordu. Eserin başarısı biraz da buna bağlı diye düşünüyorum. Resim metaforu aslında hepimizin içinde bir kötülük barındırdığını, uygun koşullar karşımıza çıktığında bunu gerçekleştirebildiğimizi gösterirken, aslında vicdanımızı da temsil ediyor. Kitabı bitirdiğimde bir hayal kurdum ve dedim ki: Her insanın hayatında böyle bir resmi olsaydı, yaptığımızı iyilik ya da kötülükleri bu resmin yüzündeki değişiklikler yaptığını görseydik, acaba olduğumuz insandan daha iyi bir insan olabilir miydik? Üstünde düşünmedim değil. Kitaptan altını çizdiğim favori cümlemle yazıma son vermek istiyorum. "Geçmişin en güzel yanı geçmişte kalmasıdır. "
İnstagram @dilpabuc
Youtube @dilpabucc