Dünyanın Kontrol Edilemezliği

Hartmut Rosa

En Eski Dünyanın Kontrol Edilemezliği Gönderileri

En Eski Dünyanın Kontrol Edilemezliği kitaplarını, en eski Dünyanın Kontrol Edilemezliği sözleri ve alıntılarını, en eski Dünyanın Kontrol Edilemezliği yazarlarını, en eski Dünyanın Kontrol Edilemezliği yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Biz geç modern özneler olarak sözü edilen tüm düzeylerde —bireysel, kültürel, kurumsal ve yapısaldünyayı kontrol etmeyi amaçladığımız için, dünyayla her zaman bir “saldırganlık merkezi” ya da bir dizi saldırganlık merkezleri olarak karşılaşmaktayız. Bu saldırganlık merkezleri bir başka deyişle, bilinmesi, ulaşılması, ferhedilmesi, hâkim olunması veya kullanılması gereken nesneler olarak ifade edilebilir. Bu tutumumuzdan ötürü “hayat” bize, canlı hissetme ve dünyayla gerçekten karşılaşma deneyiminden — rezonansı mümkün kılan şey- mahrum bırakır ve elimizden kaçıyor gibi görünür. Bu durum, kaygıya, hayal kırıklığına, öfkeye ve harta umutsuzluğa yol açmakta ve daha sonra diğer şeylerin yanı sıra güçsüz siyasi saldırganlık biçimiyle kendini göstermektedir.
Bedenimize dair algıladığımız her şeyi optimize etme (iyileştirme) eğilimindeyiz. Tartıya çıkıyoruz: Ağırlık azaltılmalı. Aynaya bakıyoruz: Sivilce gitmeli, kırışıklık yok edilmeli. Kan basıncını ölçüyoruz: Düşürülmeli. Adım sayısı: Artırmalıyız. İnsülin direnci, göğüs çevresi vb.: Bu talebi görmezden gelebilsek veya reddedebilsek bile, bize her zaman iyileştirilmesi gereken bir davet olarak gelirler. Ayrıca daha rahat ve soğukkanlı, dikkatli ve çevreye duyarlı olmamız beklenir. Bununla birlikte kendimizin dışında karşılaştığımız şeyler de bu davet edici karakteri taşır: Dağlara tırmanılmalı, sınavlar geçilmeli, kariyer aşamaları çıkılmalı, hayat arkadaşı bulunmalı, yerler ziyaret edilmeli ve fotoğraflanmalı (“bunu kesinlikle görmelisin!”), kitap okunmalı, film izlenmeli vb. “Elde etme” arayışında olmadığımız yerlerde bile, bu tutum sadece gizli olarak değil, açıkça fark edilebilir:
Reklam
İlerleme isteği, bireysel veya kolekrif olarak, yaşam kalitesinde ilerleme vaadi ile değil, zaten elde edilmiş olanın (sınırsız) kaybedilmesi tehdidi üzerinden üretilir. Bu nedenle, modernite -daha yüksek, daha hızlı, daha ileri olma arzusu- tarafından yönlendirildiğini düşünen herkes, modernitenin yapısal gerçekliğini yanlış anlamıştır: İlerleme meselesini ayakta tutan daha fazlasının değil, daha azının korkusudur. Bu asla yeterli değildir, çünkü stabil varlıklar değilizdir, her zaman ve her yerde, yürüyen merdivendenlerde bile hareket hâlindeyizdir. Ne zaman bir yerde ara versek ya da duraklasak, sürekli rekabet içinde olduğumuz son derece dinamik çevreye karşı toprak kaybederiz. Durmamıza, hatta “Yeter!” dememize bile izin veren mevkiler veya yaylalar yok artık. Bu durum ampirik bir örnek olarak sözde gelişmiş toplumlardaki ebeveynlerin çoğunluğunun, çocukların bir gün kendilerinden daha iyi olabilecekleri umuduyla değil, Zaha körü durumda olmamaları için ellerinden gelen her şeyi yapma arzusuyla motive oldukları gerçeğinde görülebilir.
Modern sosyolojinin diğer büyük “kurucu babası” Max Weber de insanların yaşamak için değil, çalışmak ve biriktirmek — kendi tabirimle: büyümek, hızlanmak ve yenilik yapmak- için yaşadıkları bir dünya ilişkisini son derece mantıksız bulmaktadır. Ve yıne de bunu, yüzyıllar içerisinde özü ve merkezi, dünyayı ve yaşamı bilimsel, teknik, ekonomik, yasal, politik ve nihayetinde gunlük yaşamda da öngörülebilir, hükmedilebilir ve hesaplanabilir hâle getirmek için gelişen “Batılı rasyonalizasyon sürecinin” bir parçası ve sonucu olarak görür.? Ancak bu, dünyayı kontrol edilebilir kılmaktan başka bir şey ifade ermez. Weber bunu, ilerici bir yabancılaşma süreci ya da rasyonelleşmenin diğer tarafı olarak dünyanın sessizliği şeklinde teşhis etmiştir ve “büyü bozumu” kavramı altında tanımlamaya çalışmıştır.
İnsanlar, bir iş, sağlam aile bağları, politik aidiyet, bir inanç ve/veya gönüllü bir iş veya hobi gibi zorunlu canlı bir bağlılık hissetmeden dünyayla farklı birçok ilişkilere sahiptir. Bunların hiçbiri bana bir şey ifade etmiyor, benim için bir anlamı yok, beni etkilemiyor ve dış dünya üzerinde herhangi bir etkim yok. Bu deneyim, tüm rezonans eksenlerinin sessizleştigi ve “artık hiçbir şeyin bizimle konuşmadığı” depresif bir durumu karakterize etmektedir. Böyle bir dünya kaybı, artık dünyaya erişim sorunundan açıkça bağımsızdır. Bireysel ve kolektif olarak, hatta dünyanın teknolojik, ekonomik ve sosyal olarak büyük ölçüde elimizde olduğu yerlerde bile ortaya çıkabilir. Dışarıdaki ber şey ölü, gri, soğuk, boş ve ayrıca içimdeki ber şey dilsiz ve sağır. Bu durumun bugün tükenmişlik biçiminde döneme özgü moda ve kitlesel bir hastalık hâline gelmiş olması, modernitenin dünyayla ilişkisi hakkında gerçekten çok şey söylemektedir.
“Tamamen bilinen, planlanabilen ve kontrol edilebilen bir dünya, ölü bir dünya olurdu.”
Reklam
73 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.