Kimileri, 'Sev beni!' diye bağırır, ötekiler, 'Sevme beni!' diye. Ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, 'Sevme beni, yine de bana sadık kal!' diye.
Albert Camus, Düşüş.
Ve fırsat bulduğumda, Mexico-City'deki kilisemde vaaz veriyorum, iyi insanları boyun eğmeye ve alçakgönüllülükle köleliğin rahatlıklarını elde etmeye çağırıyorum, bu köleliği gerçek özgürlük olarak sunmak pahasına da olsa.
Nasıl anlatayım? Her şey kayıyordu. Evet her şey kayıp geçiyordu üzerimden. Doğru konuşalım: unutkanlıklarımın övgüye değer olduğu da oluyordu. Dikkat etmişsinizdir, inancı, tüm hakaretleri bağışlamak olan insanlar vardır, bu hakaretleri bağışlarlar gerçi, ama hiç unutmazlar. Ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi bir yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. Benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu. O zaman, yapısına göre ya bendeki ruh büyüklüğüne hayran oluyor ya da ödlekliğimi küçümsemeyle karşılıyordu.
Hey gidi küçük sinsiler, komedi oynayanlar, ikiyüzlüler, nasıl da dokunaklı bir halleri vardır onların! İnanın bana, hepsi böyledir, göğe küfrettikleri zaman bile. İster Tanrıtanımaz olsunlar ister dindar, ister Moskovalı olsunlar ister Bostonlu, hepsi de babadan oğula Hristiyan.
Kimse için hiçbir zaman mazeret olmamalı, işte başlangıçta ilkem bu benim. İyi niyeti, değerlendirilecek hatayı, yanlış adamı, hafifletici nedenleri kabul etmiyorum ben. Bende kutsama yok, af dağıtma yok...
Bu dünyada savaş yapılabilir, aşk taklit edilebilir, hemcinsine işkence yapılabilir, gazetelerde boy gösterilebilir ya da yalnızca örgü örerken komşu çekiştirilebilir. Ama bazı hallerde, devam etmek, yalnızca devam etmek insanüstü bir şeydir.
İnanın bana; dinler, ahlak dersi vermeye kalkıştıkları ve birtakım emirler yağdırdıkları andan itibaren yanılırlar. Suçluluğu yaratmak ve cezalandırmak için Tanrı zorunlu değildir. Benzerlerimiz, kendimizin yardımıyla yeterlidir bunun için.